Bir kolektif güvenlik örgütü olan NATO, 4 Nisan 1949 tarihinde ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Norveç, Danimarka, İzlanda ve Portekiz tarafından imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşmasıyla kurulmuştur. Anlaşmanın kökenleri II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden iki yıl sonra Fransa ile İngiltere arasında imzalanan Dunkirk Antlaşmasına dayanmaktadır. Olası bir Alman ya da Sovyet saldırısına karşı bir ittifak kurmak amacıyla imzalanan bu anlaşmayı Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Fransa ve İngiltere’nin imzaladığı, taraflar arasında ortak bir savunma ittifakı öngören Brüksel Antlaşması (17 Mart 1948) izlemiştir. Brüksel Antlaşmasıyla Avrupa’da ortaklaşa güvenlik yapılanmasının ilk adımı olan Batı Avrupa Birliği, bir savunma ittifakı olarak kurulmuştur. Fakat ABD’nin mevcut yapılanmalarda yer almaması ve özellikle Sovyetler Birliği’nin Berlin Ablukası (Haziran 1948-Mayıs 1949) bu devletlerin kendilerini daha yakın tehdit altında hissetmelerine yol açmıştır. ABD de Berlin Ablukası sonrasında Monroe Doktrininin ve yalnızcılık politikasının ilgası anlamına gelen Vandenberg Kararı (Haziran 1948) ile BM Sözleşmesiyle uyumlu olacak biçimde bireysel ve kolektif öz savunma amaçlı bölgesel ve diğer kolektif düzenlemelere gidilebileceğini kabul etmiştir. Böylece bir Transatlantik güvenlik örgütünün kurulmasının zemini hazır hale gelmiş ve ertesi yıl Batı Avrupa Birliği ülkelerine ek olarak ABD, Kanada, İtalya, Norveç, Danimarka, İzlanda ve Portekiz’in katılımıyla Kuzey Atlantik Antlaşması imzalanmıştır.
Bu anlaşmayla kurulan NATO’nun amacı örgütü kuran Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesinde özetlenmektedir. Buna göre üyelerden birine ya da daha fazlasına Kuzey Amerika ve Avrupa’da yapılacak herhangi bir saldırı üyelerin tamamına yapılmış sayılacak ve üyeler bu saldırıya karşı BM Sözleşmesiyle tanınan bireysel ya da kolektif öz savunma hakkını kullanmak üzere silahlı kuvvet kullanımı da dahil gerekli yollara başvuracaklardır.
5. maddede tanımlanan silahlı kuvvet kullanımının ne şekilde olacağı konusunda farklı dönemlerde çeşitli yaklaşımlar benimsenmiştir. NATO’nun ilk stratejik konsepti kuruluşuyla birlikte kabul edilen “Kuzey Atlantik Bölgesi’nin Savunması için Stratejik Konsept”te, ittifakın öncelikli amacının saldırıyı caydırmak olduğu, bunda başarısız olunur ve bir saldırı gerçekleşirse ancak o zaman NATO kuvvetlerinin devreye gireceği dile getiriliyordu. 1952 yılında kabul edilen, amacın öncelikle caydırıcılık olduğunu belirten ikinci stratejik konseptte ise konvansiyonel kuvvetlere ağırlık verilmesi ve Sovyetler Birliği’nin konvansiyonel kuvvetlerle dengelenmesi yoluna gidilmesi doğrultusunda karar verilmişti. Fakat bunun siyasi ve mali açıdan gerçekçi olmamasının yanı sıra ABD’nin nükleer tekelinin de etkisiyle bu karardan vazgeçilerek 1957 yılında yeni bir doktrin formüle edilmiştir. Kitlesel karşılık olarak tanımlanan bu yeni doktrine göre NATO herhangi bir saldırı karşısında çok daha büyük bir güçle karşılık verecekti. Bunun anlamı, konvansiyonel silahlarla yapılan bir saldırıya bile nükleer silahlarla karşılık verileceğiydi. Buna karşın Sovyetler Birliği’nin 1957 yılında uzaya fırlattığı Sputnik uydusu ile nükleer yarışta bir adım öne geçmesi bu stratejinin sorgulanmasına neden olmuştur. Yine de kitlesel karşılık stratejisinin asıl hedefinin caydırıcılık olduğu düşünülerek bu doktrinden hemen vazgeçilmemiştir. Değişiklik, 1962 yılında Küba krizinin nükleer savaş ihtimalini ve karşılıklı mutlak yok olmayı yakından hissettirmesi sonrasında 1967 yılında yapılmış, NATO esnek karşılık doktrinini benimsenmiştir. Buna göre herhangi bir saldırıya verilecek karşılık saldırının niteliğine göre belirlenecekti. Nükleer silahlar masada durmakla birlikte ilk başvurulacak karşılık olmayacaklar, aşamalar halinde devreye sokulacaklardı. Bu doktrin Soğuk Savaşın geri kalanı boyunca NATO’nun resmi doktrini olmuştur.
Geliştirilen askeri doktrinlere rağmen NATO Soğuk Savaş dönemi boyunca hiçbir askeri faaliyette bulunmamıştır. Yine de bu dönem boyunca örgüte yeni üyeler kabul edilerek örgüt genişletilmiştir. İlk genişleme 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın örgüte katılmasıyla gerçekleşmiş, bunu 1955 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin örgüte katılımı izlemiştir. 1982 yılında ise İspanya NATO üyeliğine kabul edilmiştir. Buna karşılık 1966 yılında Fransa örgütün askeri kanadından çekilmiş, Yunanistan ise Kıbrıs sorunu ve olayları nedeniyle önce 1964 yılında güney Akdeniz’deki askeri birliklerini NATO kuvvetlerinden çekmiş, 1974 yılında ise NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. Yunanistan 1980, Fransa ise 2009 yılında NATO’nun askeri kanadına geri dönmüştür.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte NATO’nun varlığı ve gerekliliği, kuruluşuna neden olan tehdidin artık var olmadığı, dolayısıyla varlık sebebinin ortadan kalktığı bağlamında tartışılmaya başlanmıştır. Buna karşılık ittifak ise kendisini yeni dönemin güvenlik çerçevesine uyarlama yoluna gitmiştir. 1990 yılında gerçekleşen Londra Zirvesi’nde birleşik Almanya NATO üyesi olarak kabul edilirken, örgütün kendisini ortaya çıkan yeni koşullara uyarlamasını sağlayacak yeni bir stratejinin hazırlanmasının ve Soğuk Savaş döneminde karşı blokta yer alan Doğu Avrupa ülkelerine işbirliği mekanizmaları aracılığıyla ulaşılmasının gereği dile getirilmiştir. 1991’deki zirvede bu yönde Yeni Stratejik Konsept kabul edilmiştir. Yeni Stratejik Konseptte yeni güvenlik tehdidi, üyelerin doğrudan topraklarına yönelik saldırılar yerine, Orta ve Doğu Avrupa devletlerinin içinde bulundukları önemli siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklanan öngörülemez tehditler olarak belirlenmiştir. Aynı dönemde Ortadoğu ve Balkanlarda ortaya çıkan çatışmalar da yeni tehdit tanımını doğrular nitelikteydi. NATO bölgesi dışında kalan ve dolayısıyla üye devletlere yönelik doğrudan bir tehdit içermeyen bu çatışmalara müdahale edilmesi daha çok ABD tarafından desteklenen alan dışı müdahale anlayışının geliştirilmesine dayandırılmıştır. Böylece Körfez Savaşı sırasında NATO altyapısından faydalanılması ve Bosna-Hersek ve Kosova savaşlarına doğrudan müdahale edilmesi olanaklı hale gelmiştir. Söz konusu müdahalelerin ardından 1999 yılında, 1991 yılında benimsenmiş olan stratejik konseptte önemli bir değişikliğe gitmeyen, ancak kapsamını genişleten yeni bir stratejik konsept benimsenmiştir. Bu yeni konseptte terörizm, etnik çatışma, insan hakları ihlalleri, siyasi istikrarsızlık, ekonomik kırılganlık ve nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların yaygınlaşmasını içeren yeni riskler tanımlanmış, böylece NATO’nun bu tehlikeler karşısında da harekete geçebilmesinin önü açılmıştır.
Yeni tehdit unsurlarının NATO stratejik konseptine girmesinden kısa süre sonra, 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları ile NATO Antlaşması’nın 5. maddesi ilk defa harekete geçirilmiş ve bu doğrultuda Afganistan’a operasyon gerçekleştirilmiştir. 11 Eylül saldırıları, yeniden şekillenen güvenlik ortamında yeni bir stratejik konsept oluşturulması gereğine dair tartışmaları ortaya çıkarmış, sonuçta 2010 yılında hala geçerli olan ‘Aktif Katılım, Modern Savunma’ başlıklı konsept kabul edilmiştir. Bu konseptin en önemli boyutu ittifakın kendi bölgesi ötesindeki siyaset ve güvenlik gelişmelerinden etkilendiği ve dolayısıyla bunları etkileyebileceği, bu nedenle de uluslararası güvenliği güçlendirmek için daha aktif rol alacağını dile getirmesidir. Yeni strateji, kabul edilmesinden bir yıl sonra, 2011’de NATO’nun Libya’ya yönelik askeri müdahalede rol almasıyla pratikte de hayata geçmiştir.
1990 Londra Zirvesi’nde NATO’nun Soğuk Savaş sonrası koşullara uyumu çerçevesinde dile getirilen kararların ikinci kısmı olan eski Varşova Paktı üyeleriyle diyalog ve işbirliğini geliştirmek amacıyla 1991 yılında Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi kurulmuştur. 1997’de konseyin adı Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi olarak değişmiştir. Yine aynı amaçla NATO ile Konsey üyeleri arasında ikili işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla Barış İçin Ortaklık programı başlatılmıştır. Bu program bir yandan NATO genişlemesi için zemin hazırlarken, bir yandan da kendisi de programa dahil edilen Rusya’nın rahatsızlıklarını gidermeyi hedefliyordu. Gerçekten de bu programı yeni bir genişleme dalgası izlemiştir. 1999 yılında Polonya, Macaristan ve Çekya, 2004 yılında Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Slovenya, Estonya, Litvanya ve Letonya NATO üyeliğine kabul edilirken, NATO eski Varşova Paktı üyelerinin yanı sıra Sovyet cumhuriyetlerini de bünyesine katmıştır. Bu genişlemeyi 2009 yılında Arnavutluk ve Hırvatistan, 2017’de Karadağ’ın üyelikleri izlemiş, NATO’nun son genişlemesi ise 2020 yılında Kuzey Makedonya’nın örgüte dahil olmasıyla gerçekleşmiştir.
NATO’nun örgütsel yapısı sivil ve askeri olmak üzere iki kola ayrılmaktadır. Sivil yapı Kuzey Atlantik Konseyi ve Genel Sekreterden oluşurken, askeri yapıyı Müttefik Harekât Komutanlığı ve Müttefik Dönüşüm Komutanlığından oluşan Askeri Komite temsil etmektedir. Kuzey Atlantik Konseyi ittifakın en yüksek karar alma organı, Genel Sekreter ise en yüksek memuru ve ittifakın sözcüsüdür. Üye ülkelerin Genelkurmay Başkanlarından oluşan Askeri Komite ittifakın en üst düzey askeri organıdır.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri:
Kitap: Lawrence S. Kaplan, NATO Divided, NATO United: The Evolution of an Alliance, Westport, Greenwood Publishing Group, 2004.
Kitap: Julian Lindley-French, The North Atlantic Treaty Organization: The Enduring Alliance, Londra, Routledge, 2015.
Makale: Salih Bıçakcı, “The Rebirth of NATO between New War and Cyber Security”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, No. 34, 2012, s. 205-226.
Makale: Tarık Oğuzlu, “Turkey and NATO: An Ambivalent Ally in a Changing Alliance”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, No. 34, 2012, s. 99-124.
Roman: Tom Clancy, Red Storm Rising, New York, G. P. Putnam’s Sons, 1986.
Doç. Dr. Fulya Aksu, İstanbul Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktora derecesini 2011 yılında Ankara Üniversitesi’nden ‘Dış Politika ve Kimlik: İnşacı Perspektiften Türk Dış Politikasının Analizi’ başlıklı teziyle alan Aksu’nun akademik ilgi ve çalışma alanları, uluslararası ilişkiler teorileri, savaş ve güvenlik çalışmaları ile Türk dış politikasıdır. Doç. Dr. Aksu’nun bu alanlarda, aralarında ‘The Transatlantic Link in Turkey’s Middle Power Identity’, ‘İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş’, ‘Türkiye’de Güvenlik: Algı, Politika, Yapı’, ‘NATO’nun Stratejik Konseptleri’ başlıklı çalışmaları bulunan birçok yayını mevcuttur.