Soğuk Savaş sırasında ABD ve SSCB’nin başını çektiği iki blok arasında gerilen ilişkilerin diyalog ve doğrudan iletişim yoluyla normalleşmeye başlamasına ve bu sayede bloklar arası tansiyonun düşmesine yumuşama denir. Zaman aralığı olarak 1960’ların sonunda başlayan yumuşama dönemi 1979 sonunda Sovyetler Birliğinin Afganistan’a girmesi ile son bulmuştur. 1962 yılındaki Küba Füze Krizi sonrasında atılan adımlar aslında yumuşama döneminin öncülü olarak sayılabilir ancak ABD’nin Vietnam’daki savaşa artan bir biçimde güç göndermesi ve devam etmesi yumuşama dönemini geciktirmiştir.
Yumuşama döneminin karakteristik özellikleri, tarafların iki bloğu doğrudan karşı karşıya getirebilecek hamlelerden kaçınmaları, diyalog mekanizmalarını açık tutmaları ve anlaşmalar vasıtasıyla silahlanmayı sınırlandırmaya gitmeleridir. Yumuşama döneminde taraflar birbirlerine nükleer savaş riski sebebiyle doğrudan meydan okumasalar da dünyanın çeşitli bölgelerindeki vekilleri ve/veya dost rejimler aracılığı ile pozisyonlarını korumak veya etki sahalarını genişletmek amaçlı politikalarını sürdürmüşlerdir.
1962’deki Küba Füze Krizi’nin tüm dünyaya nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğunu göstermesi blok liderlerini nükleer savaş riskini azaltacak hamlelerde bulunmaya zorlamıştır. Ancak yumuşama dönemini sadece nükleer savaş riskinin yarattığı kaygı ile açıklamak doğru olmayacaktır. Her iki blok için de yaşanan çeşitli politik gelişmeler, silahlanma yarışının giderek artan yüksek maliyeti ve Çin-Sovyet gerilimi gibi pek çok faktör ABD-SSCB arasındaki yumuşama döneminin uygun şartlarını hazırlamıştır.
Batı bloğu içinde yaşanan en önemli gelişmelerden biri Fransa’nın NATO’dan uzaklaşmasıdır. De Gaulle’ün 1958’de V. Cumhuriyet’in başına geçmesi ile Fransa yeni bir dış politika doktrini benimsemiş ve Fransa’nın kendi nükleer gücüne sahip olmasını bu politikanın en önemli prensiplerinden biri olarak ilan etmiştir. 1962 yılında ilk nükleer bomba testini gerçekleştiren Fransa nihayet 1965 yılında da NATO’nun askeri kanadından ayrılmıştır. O dönemde Batı bloğundaki tek sorun Fransa değildir ve 1964 yılından itibaren Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs meselesi yüzünden NATO’nun güneydoğu kanadı da çatlamaya başlamıştır. Sorun sadece Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerilimle sınırlı kalmamış, 1964 yazında Başkan Johnson’ın Türkiye’ye gönderdiği mektupla aynı zamanda bir Türkiye-ABD sorununa dönüşmüştür.
Batı bloğu içinde ABD’yi yumuşamaya iten bir diğer neden ise Vietnam Savaşı sebebiyle içeride ve dışarıda yaşadığı problemlerdir. Savaşın başından beri Batı bloğundan neredeyse hiç destek görmeyen ABD, Vietnam’da şiddetin dozunu arttırdıkça kendi kamuoyu ve Batı dünyasından çok daha sert tepkilerle karşılaşmıştır. Savaşın NATO içinde bir Avrupa-ABD krizi yaratması olasılığı arttırması ABD için ayrı bir kaygı sebebi olmuştur.
Doğu bloğuna bakıldığında yumuşama döneminin şartlarını hazırlayan en önemli gelişme 1960’ta su yüzüne çıkan SSCB ve Çin arasındaki gerilim olmuştur. 1964’e kadar her iki ülke arasında tedricen tırmanan gerilim, Çin’in aynı yıl ilk başarılı atom bombası denemesi ile yeni bir evreye girmiştir. Nixon’un 1968 Kasım’ında başkan seçildikten sonra Çin-ABD ilişkilerini normalleştirmeye yönelik adımlar atması da SSCB’yi endişelendirmiştir. Öte yandan Küba ve Arnavutluk’un SSCB-Çin geriliminde Çin tarafına kayması, Romanya’nın 1960’ların ortalarından itibaren daha bağımsız bir dış politika takip etmeye başlaması ve 1968’de Çekoslovakya’daki ayaklanmanın ancak Kızıl Ordu müdahalesi ile bastırılabilmesi SSCB’yi yumuşama dönemine hazırlayan veya zorlayan koşullar olarak kabul edilebilir.
Yumuşama döneminin en önemli karakteristik özelliklerinden biri silahsızlanma olmuştur. Ancak bu noktada belirtmek gerekir 1960’larda silahsızlanmadan anlaşılan yegâne şey konvansiyonel değil nükleer silahların kullanımının sınırlandırılmasıdır. 1963 yılında ABD, SSCB ve İngiltere arasında imzalanan yer altı hariç uzayda, atmosferde ve sualtında yapılan tüm nükleer denemelerin durdurulmasına dair anlaşma ve 1967’de imzalanan Dış Uzay Antlaşması, silahsızlanma ve yumuşama döneminin ön habercileri niteliğindeki gelişmelerdir. Yumuşama döneme damga vuran diğer anlaşmalar ise sırasıyla 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması; 1971 Deniz Yatağı Antlaşması; 1972 Biyolojik ve Toksik silahların geliştirilmesini, üretimini ve depolanmasını yasaklayan anlaşma ve 1974 tarihli yer altında 150 kilotondan daha güçlü nükleer silah denemelerinin yasaklanmasına dair antlaşmadır. Bu noktada belirtmek gerekir ki bu anlaşmaların hiçbiri nükleer silahların sayısının azaltılması veya ortadan kaldırılmasını amaçlamamaktadır.
Silahların sayılarının sınırlandırılmasına yönelik en önemli adım ise 1969 sonbaharında SSCB ve ABD arasında Helsinki’de başlayan ve 1972’ye kadar süren Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleridir (Strategic Arms Limitation Talks – SALT). Bu sürecin sonunda 1972 yılında imzalanan SALT I Antlaşması esasen üç konuda anlaşmayı içermektedir. Taraflar ilk olarak anti-balistik füzeler konusunda anlaşmaya (Antibalistic Missile Treaty- ABM) varmışlardır. Bu anlaşmaya göre taraflar kendilerini biri başkentleri etrafında olmak üzere her tesiste füze sayısı 100’ü geçmeyecek şekilde iki adet anti-balistik füze kompleksi ile sınırlamışlardır. İkinci bir anlaşma ile her iki taraf beş yıllık bir süre için yeni kıtalararası füzeler (Intercontinental Ballistic Missiles – ICBM) ve denizaltından atılabilecek füzeler (Submarine Launched Ballistic Missiles – SLBM) yapmamayı kabul etmişlerdir. SALT çerçevesinde 29 Mayıs 1972’de imzalanan üçüncü anlaşma ise iki Süper Güç arasındaki ilişkilerin hangi prensiplere dayanacağı üzerine olmuştur. Bu anlaşmaya göre taraflar aralarındaki sorunların tehlikeli boyutlara varmasını önleyeceklerini, sürekli temas halinde olacaklarını, genel bir silahsızlanma için gayret göstereceklerini ve aralarındaki iş birliğini arttıracaklarını taahhüt etmişlerdir.
ABD ve SSCB Kasım 1972’de bu kez ICBM ve SLBM sayısının kısıtlanması hedefiyle Cenevre’de SALT II görüşmeleri başladı ve görüşmeler 1979 yılında imzalanan SALT II Antlaşması ile sonuçlandı. Görüşmelerin bu kadar uzun sürmesinin ardında tarafların stratejik üstünlüğü birbirlerine kaptırmak istememeleri sebebiyle rakamsal sınırlamalarda hassas davranmaları, Amerikan Kongresinde SALT I’den beri devam eden anlaşmalara dair itiraz ve eleştiriler, Başkan Nixon’ın Watergate Skandalı ile koltuğundan olması gibi pek çok unsur bulunmaktadır.
Yumuşama döneminin diğer önemli karakteristik olayları ise 1973’te bir forum olarak ortaya çıkan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve 1975 yılında imzalanan Helsinki Deklarasyonu veya Helsinki Nihai Senedi adı altında imzalanan ve dört sepetten oluşan anlaşmalar dizisidir. İlk sepet Avrupa güvenliğine ait konuları içermekte ve bu doğrultudaki ilk anlaşma egemenlik hakkına saygı, sınırların dokunulmazlığı, insan hak ve hürriyetlerine saygı ile anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü gibi prensipler üzerindeki genel uzlaşıyı temsil etmekteydi. Yine bu sepet içindeki ikinci bir anlaşma ile de karşılıklı güven arttırıcı önlemler kabul edilmiş ve sıcak çatışma riskinin bertaraf edilmesi amaçlanmıştı. İkinci ve üçüncü sepetler kapsamındaki anlaşmalar ise kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda sürdürülecek karşılıklı işbirliğini kapsamaktaydılar. Son sepet ise düzenli toplantı ve zirvelerle anlaşmaların uygulanmasının izlenmesini ve raporlanmasını konu almaktaydı.
ABD kamuoyunda uzun süredir devam eden ve yumuşama dönemi anlaşmalarıyla stratejik üstünlüğün SSCB’ye kaptırıldığına dair eleştiriler, süreci yöneten Nixon ve Carter gibi başkanların elini kolunu bağlamaktaydı. Sovyetlerin Helsinki Nihai Senedi ile Avrupa’da sınırların dokunulmazlığını karşı tarafa onaylatmaları bu eleştirilerin dozunu daha da arttırmıştı. 1979 Aralık ayında SSCB’nin Afganistan’ı işgali, süreci eleştiren şahin kanadın eline koz vermiştir. Afganistan’ın işgali Soğuk Savaş’ta yaşanan yumuşama döneminin de sonunu getirmiştir. ABD Senatosunun SALT II Antlaşmasının onay sürecini rafa kaldırması, ABD yönetiminin SSCB’ye yönelik bazı ürünlerin ihracatını engelleyen ambargo kararı ve 1980 Moskova Olimpiyatlarını boykot etmesi ile yumuşama dönemi resmen sona ermiştir.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri:
Roman: Triple Detente, Piers Anthony, DAW (1974)
Bell, Coral. The diplomacy of detente: the Kissinger era. London: Martin Robertson, 1977.
Garthoff, Raymond L. “Detente and confrontation.” American-Soviet Relations From Nixon to Reagan, Washington, DC (1985).
Nitze, Paul H. “Assuring strategic stability in an era of détente.” Foreign Affairs 54, no. 2 (1976): 207-232.
Suri, Jeremi. Power and protest: global revolution and the rise of détente. Harvard University Press, 2009.
Weber, Steve. “Realism, detente, and nuclear weapons.” International Organization (1990): 55-82.
Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.