Devletler, sınırları belli toprak parçaları, deniz alanı ve hava sahası üzerinde egemenlik hakkına ve güç kullanma tekeline sahip politik yapılardır ve tam da bu yüzden modern devletlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemden bu yana sınır güvenliği devletlerin hayati önem verdikleri bir konu olmuştur. Sınır, sadece bir devletin egemenlik haklarının başladığı ve bittiği yer değil aynı zamanda devletin varoluş sebebi olan koruma işlevini yerine getirdiği bir alandır. Bu koruma işlevinin tarih boyunca ekonomik, ticari, askeri ve demografik boyutları olmuştur. Devlet koruma işlevini farklı ama birbirileriyle bağlantılı araçlarla yerine getirmiştir. İçerideki üreticileri korumak için vergilerle, istilacıları uzak tutmak için ordularla ve göçmenleri uzak tutmak için siyasi ve polisiye tedbirlerle istenmeyen veya tehdit olarak tanımlanan ne varsa sınırdan uzak tutulmuştur.
Denizaşırı keşifler ve ticaretin küresel bir boyut kazanmasıyla birlikte sınır kavramının içeriği de değişmiş, devletlerin hak iddia ettikleri ve koruma işlevini yerine getirebildikleri alanların tamamı o devletin sınırı olarak kabul görmüştür. Kolonilerin kolonici devletin sınırlarına dahil olması bu sınırlarının korunmalarını zorlaştırmıştır. Daha büyük ve etkili olacak ordular, gemiler ve silahlar genişleyen sınırların korunması için seferber edilmiştir. Ancak günümüzle kıyaslandığında bu sınırların oldukça geçirgen olduğunu malların, kişilerin ve hastalıkların da bu sınırlardan kolayca geçebildiğini söylemek mümkündür. 20. Yüzyılın başlarına kadar devletlerin birbirlerinden farklı biçimlerde uyguladıkları sınır güvenliği, I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında uluslararası güvenliğin gündemine oturmuştur. 19. Yüzyılın sonundan itibaren hiçbir ekonomik değeri olmasa bile özellikle sömürgelerde en ufak kara ve deniz parçalarının kontrolü üzerindeki anlaşmazlıklar artık çok daha yüksek çatışma riskleri barındırmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın sonrasında ise sınır güvenliği bambaşka bir anlam üstlenir hale gelmiştir.
Soğuk Savaş ve nükleer silahlanma yarışı devletlerin güvenliğinin sadece kendi sınırlarından ibaret olmadığını göstermiştir. ABD için sınır güvenliği artık Avrupa kıtasındaki müttefiklerinin de sınırlarının korunması demektir. Aynı durum Sovyetler Birliği için de geçerli olmuştur. Doğu Almanya artık Sovyetlerin batı sınırıdır ve etki alanı içindeki tehditler Sovyetlere yönelik tehditler olarak algılanmaktadır. Öte yandan Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya Asya’dan Afrika’ya kadar pek çok bölgede de dost rejimler ve yönetimler ait oldukları kampın da sınırlarını teşkil etmekteydiler. Ancak Soğuk Savaş rekabetinde sınır sembolizminin merkezi Berlin’dir. 1960’tan sonra duvarlarla bölünen Berlin sadece fiziki sınırların değil ideolojik sınırların da kanlı canlı görülebildiği bir sahneye dönüşmüştür.
Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte sınır güvenliği tekrar tanımlanmaya başlanmıştır. Özellikle Batı Avrupa ve ABD için bir başka devletten gelebilecek saldırı tehdidi yok denecek kadar azdır. Ancak bu durum sınırların güvende olduğu anlamına gelmemektedir. Küreselleşme ile eş zamanlı biçimde gelişen kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı ilkesi Batılı ülkeleri alışık olmadıkları yeni tehditlerle karşı karşıya bırakmıştır. Artık sınır güvenliğinden hem sınırların fiziki olarak korunması hem de kontrolsüz göç, organize suç, kaçakçılık ve terörizm gibi tehditlerin bertaraf edilmesi anlaşılmaktadır. Öte yandan bilhassa Avrupa’daki siyasi ve ekonomik entegrasyon süreci, koruma işlevini sadece devletin tasarrufu olmaktan çıkararak bu işlevi AB gibi bölgesel örgütlerin de varoluş sebepleri arasına sokmuştur. Bu noktada devlet dışı bir siyasi aktör olan AB’nin kendi sınırlarını nasıl tanımladığı ve sınır güvenliği için ne gibi tedbirler aldığına bakmak, sınır güvenliği kavramının çok daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
1990’ların başından itibaren Avrupa kendisini sınır güvenliği konusunda önemli bir ikilemin içinde bulmuştur denebilir. Hem entegrasyonun en önemli gereği olan serbest dolaşım ilkesi hayata geçirilecek hem de sınırların güvenliği sağlanacaktır. Sınır güvenliği ve serbest dolaşım ilkesi ekseninde ortaya çıkan bu ikilemi aşmak ve ortak bir sınır güvenliği sistemi geliştirmek için, 1985’te beş devletin dahil olduğu Schengen bölgesi oluşturulmuş ve bu bölge yeni katılımlarla zamanla genişletilmiştir. Sınır güvenliği AB içinde devletlerin egemenlik hakkı devrinin belki de en açık görüldüğü ve bu doğrultuda tartışmaların halen devam ettiği bir alandır. 2009 yılında Schengen bölgesi için kapsamlı bir vize kodu yayınlayan AB, Avrupa Polis Teşkilatı EUROPOL üzerindeki veri tabanlarının güncellenmesi ve yeni teknolojilerle desteklenmesini sağlamıştır. AB içinde sınır güvenliği üzerine en önemli işbirliği adımlarından biri de operasyonlarına 2005 yılında başlayan ve AB üyesi ülkelerin dış sınırlarını korumada işbirliği ve koordinasyon sağlaması öngörülen FRONTEX’tir. Suriye’deki iç savaşın hemen ardından yaşanan göç dalgası ile sınır güvenliğine daha fazla bütçe ve enerji ayıran AB, FRONTEX vasıtasıyla 2011 ve 2016 arasında Akdeniz’de pek çok operasyon yürütmüştür. 2016’da NATO ile işbirliğine giden FRONTEX aynı yıl yapılan bir düzenlemeyle Avrupa Sınır ve Sahil Güvenliği Ajansı’na dönüşmüştür.
Sınır güvenliğini AB örneğinde ele almak aslında kavramın son dönemde değişen içeriğini de anlamayı kolaylaştırmaktadır. Göçün güvenlikleştirilmesi, ya da AB’ye bir tehdit olarak tanımlanması, AB sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği konusunu da gündeme getirmiştir. AB’ye yönelen kontrolsüz göçün engellenmesi için Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz Havzası’na ulaşan geniş bir coğrafyada hukuki ve operasyonel işbirliği kurmak zorunluluğu ortaya çıkınca, AB için sınırın üye ülkelerin dış sınırlarından ibaret olmadığı görülmüştür. Bir politik yapı olarak AB, koruma işlevini kendi sınırları ötesinde başlatacak veya koruma işlevinin gerçekleştiği ülkeler veya alanlar artık AB’nin yeni dış sınırlarını oluşturacaktır. Türkiye ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması’ndan NATO’nun Libya operasyonuna kadar geniş bir yelpazedeki tüm gelişmeler aslında bu yeni sınır güvenliği anlayışının gereklilikleridir. AB’de görülen bu eğilim ABD’de de Meksika ile varılan anlaşma ve ortaklaşa yürütülen operasyonlarda görülürken sınır güvenliği sınırların çok ötesinde/uzağındaki toprakları ve denizleri de kapsar hale gelmiştir.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri:
Makale: Jill M. Williams, “The safety/security nexus and the humanitarianisation of border enforcement”, The Geographical Journal, Cilt 182, No. 1, 2016, s. 27–37
Makale: Peter Andreas, “Redrawing the Line: Borders and Security in the Twenty-First Century”, International Security, Cilt 28, No. 2, 2003, s. 78-111
Makale: Peter Chambers, “The Embrace of Border Security: Maritime Jurisdiction, National Sovereignty, and the Geopolitics of Operation Sovereign Borders”, Geopolitics, Cilt 20, No. 2, 2015, s. 404-437
Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.