Kriz yönetimi, kurumların beklenmedik tehditler karşısında verdikleri tepkilerin tasarlanması ve uygulanmasına verilen genel isimdir. Kriz yönetimi, doğa bilimlerinde tıptan mühendisliğe ve sosyal bilimlerde güvenlik çalışmaları, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerin yanısıra halkla ilişkiler ve işletme alanlarının da önemli bir çalışma konusudur. Çok farklı disiplinler ve alanlarda kriz yönetimi konusunda yapılan çalışmalar birbirlerini beslemektedir. Bu başlık altında, Güvenlik Çalışmaları konusuna odaklanılmakla birlikte kaçınılmaz biçimde Uluslararası İlişkiler disiplini bağlamında kriz yönetiminden de bahsedilecektir.
Krizler günlük yönetişim süreçlerini kesintiye uğratacak şekilde aniden ortaya çıkan sorunlardır. Bu sorunlar ilgili kurumu ve onun paydaşlarını tehdit eden sonuçlar doğurabilirler. Benzer bir çalışma konusu olan risk yönetimi ise, ortada henüz bir tehdit yokken muhtemel tehdidin öngörüsü üzerinden hazırlık ve planlama içerdiği için kriz yönetiminden farklılaşır. Kriz yönetimi, tehdidin gerçekleştiği anda ve sonrasında sonuçlarının sınırlandırılmasını, böylece kurumun ve paydaşlarının olabildiğince az zarar görmesini, hatta krizden doğacak fırsatları değerlendirerek görece ve mutlak kazançlarını arttırmasını amaçlar.
Güvenlik Çalışmaları alanında kriz yönetimi dendiği zaman temelde dört tür krizden bahsedilebilir: Doğal afetler, insan hatası sonucu oluşan krizler, terör saldırıları ve savaş. Doğal afetler başlığı altında Covid-19 pandemisinden depremlere ve tsunamilere insan hayatını uluslararası sistemi ilgilendirecek ölçüde tehdit eden her türlü doğa olayından bahsedebiliriz. İnsan hatası sonucu oluşan kazalar, en belirgin örneklerden biri olan Çernobil faciasında görülebildiği gibi, her türlü büyük ölçekli insan kaynaklı felaketi içerir. Terör saldırıları, modern uluslararası sistemin değişmeyen kriz kaynaklarından biri olagelmiştir ve simge örneği hiç kuşkusuz 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Son olarak, devletlerarası savaş da güvenlik çalışmaları alanının temel kriz kaynaklarından biridir. Savaş dendiğinde kriz yönetimi, savaşın kendisinden çok, savaş çıkmasına yol açacak devletlerarası gerginliklerin yönetimini içerir. Bu tür kriz yönetiminin simge örneği ise 16-28 Ekim 1962 tarihlerinde ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan ve insanlığı Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine getiren Küba Füze Krizi’dir.
Güvenlik çalışmalarında kriz yönetiminin temel aktörü genellikle kamu otoritesidir. Bu bağlamda hangi tip krize karşı olursa olsun güvenlik çalışmaları alanında kriz yönetiminin temel aktörü devlet veya onu temsil eden kişi ve kurumlardır. Bu açıdan bakıldığında, tarihsel örneklerin çoğunda kriz yönetiminin bilfiil devlet ve hükümet başkanları ve onların görevlendirdiği bakan ya da temsilciler tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte Haziran-Ağustos 1914 arasında büyük Avrupa güçleri arasındaki müzakereler; İkinci Dünya Savaşı öncesinde Südet Krizi ve sonrasında gerçekleşen 1938 Münih Konferansı; Ekim 1962 Küba Füze Krizi; Irak’ın Kuveyt’i işgali ile tetiklenen Ağustos 1990 Körfez Krizi bu durumun örnekleri olarak gösterilebilir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında giderek gelişen uluslararası örgütler, Soğuk Savaş sonrasında kriz yönetiminin bir diğer önemli aktörü haline gelmişlerdir. Nitekim, 1950 Kore Savaşı’ndan başlayarak Birleşmiş Milletler uluslararası krizlerin yönetiminde ulus-devletlerin yanısıra önemli bir rol oynamıştır. Soğuk Savaş sonrasında giderek artan ölçüde üye devletler sınırlarının ötesinde, Yugoslavya’dan Afganistan’a uzanan bir coğrafyada kolektif güvenlik rolleri üstlenen NATO ve özellikle eski Sovyet coğrafyasında benzer işlevler üstlenen AGİT, kriz yönetiminde rol alan diğer önemli uluslararası örgütlerdir.
Küreselleşme, insan kaynaklı felaketlerde çok-uluslu şirketlerin de bir diğer önemli kriz yönetimi aktörü haline gelmesine yol açmıştır. Bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri, ABD kökenli Union Carbide firmasının Hindistan’ın Bhopal şehrinde kurduğu böcek ilacı üreten fabrikadan 3 Aralık 1984’te yanlışlıkla 40 ton metil isosiyanat gazını dışarı atması ve 18.000 kişinin ölümüne, 150.000’den fazla insanın zehirlenmesine neden olması ile ortaya çıkan Bhopal felaketidir. Çokuluslu şirketlerin insan eliyle tetiklenen krizlerin yönetiminde devletlerle birlikte başat bir aktör olmasına bir diğer örnek de, 10-12 Eylül 2008’de ABD hükümeti ile masaya oturarak küresel finans sistemindeki -büyük ölçüde kendi fütursuzlukları sonucunda ortaya çıkmış- çözülmeyi önlemeye çalışan büyük yatırım bankalarıdır.
Toplumların deprem, kasırga, sel, salgın hastalık gibi doğal felaketler gördüğü hasar da büyük ölçüde devletlerin, uluslararası örgütlerin ve diğer kamu ve özel kuruluşlarının krizi nasıl yönettiğine bağlı olarak artar veya azaltılabilir. Bunun en bariz örneği halen devam etmekte olan COVID-19 pandemi krizidir. Salgının erken aşamalarında verdikleri tepkilere bağlı olarak Yeni Zelanda başta olmak üzere bazı ülkeler hastalığın yayılmasını kontrol altına alabilmişken, salgının en çok can aldığı ülke olan ABD başta olmak üzere bazı ülkelerde ise krizin topluma büyük zararlar vermesine engel olunamamıştır. Sonuçta devletlerin bu konudaki etkinliklerinden bağımsız olarak pandemiye karşı Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası örgütler, ilaç sektörü başta olmak üzere uluslararası şirketler, dünyadaki tüm toplumların değişik kesitlerini temsil eden kamu ve özel kuruluşları beraberce mücadele etmektedir.
Güvenlik Çalışmalarının daha geleneksel ve devlet odaklı bakış açısına göre, kriz yönetimi, savaş ve barış arasındaki durumun yönetimidir. İnsan odaklı anlayış, kriz yönetiminde başarı kriterini savaşın önlenmesi olarak tarif ederken, devlet odaklı realist anlayışta başarı kriteri bütüncül bir aktör olarak görülen devletin temsil ettiği ulusal çıkarın gerçekleşmesidir. Bu iki farklı anlayıştan hangisinin benimsendiği, krize çok farklı tepkiler verilmesine yol açabilir: İnsani anlayışta savaş kriz yönetiminde başarısızlığın bir sonucu iken, devlet odaklı anlayış savaşı bizatihi krizin çözüm araçlarından biri olarak da görebilir. Devlet odaklı realist anlayışın da iki farklı kriz tanımı vardır: Daha geleneksel realist bakış açısı krizi, bir aktör olarak devletin çıkarlarının beklenmedik şekilde tehdide uğradığı durumlar olarak tarif eder. Yapısalcı bakış açısı ise krizi, uluslararası sistemde uzun erimli güç dağılımlarındaki radikal değişiklikler olarak tarif eder. Birinci anlayışta kriz, devletin anlık olarak karşılaştığı bir durumdur ve her bir kriz kendi şartları içinde değerlendirilir. İkinci anlayışta kriz, dönemsel olarak tüm devletlerin karşılaştığı bir durumdur ve o dönemin kabiliyet dağılımları çerçevesinde değerlendirilir. Hangi perspektifin benimsendiğinden bağımsız olarak devletlerarası güvenlik krizlerinin ortak noktaları şu şekilde sıralanabilir:
Askeri aktivite ve masraflarda ani artış,
Ulusal ve uluslararası siyasette ani ve radikal değişimler,
Karar vericileri hızla ve önemli sonuçları olan kararlar almaya zorlayan gelişmeler,
Görece ve mutlak kazançlarda öngörülemeyen değişiklikler.
Krizler genellikle dört aşamada değerlendirilir. İlk aşama, kriz öncesi aşamadır. Burada krizin ilk uyarıları belirir ancak karar alıcıların eğilimi henüz belirgin bir tepki vermemek yönündedir, zira bu aşamada henüz temsil ettikleri aktörün hayati çıkarları zarar görmemiştir. Fakat bu aşamada dahi karar alıcıların endişe seviyeleri giderek artar ve krizi doğuran etkenlere odaklanırlar. Türkiye’nin son yirmi yıldır beklenen Doğu Marmara depremi ile ilgili genel tavrı bunun iyi bir örneğidir. İkinci aşama, kriz aşamasıdır. Bu aşamada kriz, ilgili aktörün hayati çıkarlarına zarar verir. Burası aynı zamanda liderlik vasfının da ortaya çıktığı, paydaşların lider konumundaki karar alıcılardan beklentilerinin arttığı aşamadır. Bir devlet yöneticisinin gerçek kalibresinin ortaya çıktığı zamanlar kriz zamanlarıdır. Bu nedenle, Herodot’un Pers İmparatoru Kuruş’a atfen aktardığı gibi, zor zamanlar, sert insanlar yaratır. Üçüncü aşama, hasar kontrol aşamasıdır. Karar alıcıların verdiği tepkilere bağlı olarak krizin yarattığı etkilerde azalma olur veya olmaz. Buna bağlı olarak krizin hem paydaşlara hem de karar alıcıların temsil ettiği hükümete etkisi netleşir. Son aşama, kriz sonrası aşamadır. Bu aşamada krizi yaratan faktörler ortadan kalkarken, aktörlerarası güç ve kabiliyet dağılımı bağlamındaki sonuçları da netleşir. Buna göre krizin ilgili aktöre verdiği zarar diğer aktörlere kıyasla görece kazançlar cinsinden ifade edilebilir.
Okuma Önerileri
Kitap: Charles F. Hermann, Crisis in Foreign Policy: A Simulation Analysis. New York: Princeton University Press, 1969.
Kitap: Heidi Hardt, NATO’s Lessons in Crisis: Institutional Memory in International Organizations, Oxford Scholarship Online, 2018.
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, 2008 yılından bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktora derecesini 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi programından almıştır. Uzmanlık alanları Türk-Amerikan İlişkileri, Güncel Dünya Politikası ve Güvenlik çalışmalarıdır.