İklim mültecileri kavramı, 2000’lerin başlarından itibaren sıklıkla kullanılmaya başlanan bir kavram olup, genellikle iklim değişikliği ve buna eşlik eden çevresel bozulma ile afetler neticesinde yerlerinden edilen kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Literatürde bu gruba giren insanları yer değiştirmeye mecbur eden iklimsel etkiyi vurgulamak için “iklim göçü”, “iklim kaynaklı yer değiştirme” ve “ekolojik yer değiştirme” gibi kavramların da kullanıldığı, iklim mültecileri kavramının içeriği konusunda bir uzlaşı eksikliği olduğu göze çarpmaktadır.
Türkiye’nin de taraf olduğu 1951 Mültecilerin Haklarının Korunmasına Dair Sözleşme kavram üzerindeki uzlaşı eksikliğini besler niteliktedir. Hiraide’ye göre, sözleşmede mülteci tanımı yapılırken iklim değişikliğinin göç sebepleri arasında olmaması bugün konuyu hukuki ve politik zeminde tartışılır hale getirmiştir. Sözleşmeye göre mülteci; “1 Ocak 1951’den evvel cereyan eden hâdiseler neticesinde ırkı, dini, tâbiiyeti, muayyen bir içtimai gruba mensubiyeti veya siyasi kanaatleri yüzünden takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu memleket dışında bulunan ve işbu memleketin himayesinden istifade edemeyen, yahut tâbiiyeti yoksa veya mezkûr korkuya binaen istifade etmek istemeyen, yahut tâbiiyeti yoksa ve bahis konusu hâdiseler neticesinde evvelce mûtaden ikamet ettiği memleket dışında bulunuyorsa, oraya dönemeyen veya mezkûr korkuya binaen dönmek istemeyen şahıs” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, iklim mültecileri kavramının siyaseten bir karşılığı olsa bile sözleşme çerçevesinde hukuki bir karşılığı olmadığını göstermektedir.
İklim mültecileri kavramı 2000’lerin başlarından itibaren hızla dünya siyasetinin gündemine girmiştir. İklim değişikliğinin olumsuz etkileri sonucu yerlerinden olanların sayılarının hızla artması, bu insanlara da 1951 Sözleşmesi’nde mültecilere verilen iltica etme ve zorla geri gönderilmekten muaf tutulma gibi hakların verilmesi yönündeki taleplerin artmasına neden olmuştur. Fakat, mültecilere tanınan ve uluslararası bir sözleşmeyle güvence altına alınan haklar ev sahibi ülkelere de yükümlülükler getirdiğinden iklim değişikliği sebebiyle yerlerinden edilenlerin hukuken mülteci statüsüne sokulması yönünde küresel ölçekte bir irade henüz oluşamamıştır. Bu çerçevede, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki yerel mahkeme kararlarına atıfta bulunan Ekşi’ye göre devletler, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde bahsedilen beş şart (kişilerin ırk, din, vatandaşlık, belli bir gruba mensubiyet veya siyasi düşüncelerinden ötürü sığınma) karşılanmıyorsa mültecilik başvurularını reddetme eğilimindedirler.
Bu konuda sadece devletlerin değil örgütlerin de hukuki ve ekonomik sebeplerle çekinceli durduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim, mülteciler konusunda en yetkili uluslararası kurum olan UNHCR’ın (United Nations High Commissioner for Refugees / Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) iklim değişikliği yüzünden yer değiştirmeye mecbur kalan insanlara mülteci statüsü verilmesine karşı olduğu bilinmektedir.
İklim değişikliği sebebiyle yerlerinden edilen insanların durumları başta UNHCR olmak üzere pek çok örgüt ve devlet tarafından sınır aşan değil, sınır içi yer değiştirme kapsamında değerlendirilmektedir. Sınır içi yer değiştirme hareketlerini takip ederek düzenli raporlayan IDMC (Internal Displacement Monitoring Center / Sınır içi Yer Değiştirmeleri İzleme Merkezi) 2023 yılında yayımladığı raporla sınır içinde yer değiştirmek zorunda kalan insanların sayısının 2022 için 61 milyona yaklaştığını ilan etmiştir. Rapora göre bu sayının 28,3 milyonunu silahlı çatışmalar, 32,6 milyonunu ise doğal afetler (31.845.000 iklim, 716.000 deprem volkanik patlama ve toprak kaymaları gibi yer kabuğu hareketleri kaynaklı) neticesinde yer değiştirmek zorunda kalan insanlar oluşmaktadır. Merkez, 2022’de doğal afetler yüzünden yerlerinden olan insanların sayısının 2013’ten bu yana ölçülen en yüksek değer olduğunu ifade etmekte ve geçtiğimiz yıllarla birlikte dünya genelinde 71,1 milyon insanın sınır içi yer değiştirmeye mecbur kaldığına dikkat çekmektedir.
Tablo 1: 2022’de iklim kaynaklı sınır içi yer değiştirme sayıları
Dünya Bankasının 2018’de yayımladığı bir raporda, iklim değişikliği yüzünden yer değiştirmek zorunda kalan insanların sayısının 2050’de sadece Latin Amerika, Sahra Altı Afrika ve Güneydoğu Asya’da 143 milyon kişiye ulaşacağı öngörülmektedir. Bu tahmin dünyanın bazı bölgelerinin iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine diğerlerine nazaran daha açık olduğunu ortaya koymaktadır. IDMC raporu da bu tespiti doğrulamaktadır. Rapora göre 2022’de iklim kaynaklı sınır içi yer değiştirmelerin yüzde 25’ini Pakistan’da muson yağmurları sonrası yerlerinden olan insanlar oluştururken, aynı yıl Somali’yi vuran kuraklık 1,1 milyon insanın yerlerinden edilmesine sebep olmuştur. Kuzey Afrika ve Orta Doğu iklim mültecilerinin sayısının artabileceği bölgeler arasındadır. IPCC’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change / Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) bölge raporuna göre Kuzey Afrika bölgesinin zorunlu yer değişimleri ve göç başta olmak üzere pek sorunla yüz yüze kalması kaçınılmazdır. Silahlı çatışmalar sebebiyle başta Suriye, Yemen, Afganistan, Filistin ve Libya’da yerlerinden olan milyonlarca insana, yükselen sıcaklıklar ve giderek azalan su kaynakları nedeniyle kendi ülke sınırları içinde yer değiştirmek zorunda kalan milyonlar eklenebilecektir.
İklim değişikliğinin olumsuz etkileri neticesinde yerlerinden edilen insanların durumuna dair gelecek tahminleri karamsar bir tablo çizmektedir. IOM (International Organization for Migration / Uluslararası Göç Örgütü) verileri 2050’ye kadar iklim değişikliği sebebiyle göç etmek zorunda kalanların sayısının en iyimser senaryoda 44 milyon, en kötümser senaryoda ise 216 milyona ulaşabileceğini göstermektedir. İklim değişikliğinin olumsuz etkileri derinleştikçe bu göçlerin sadece sınır içi değil sınır aşan bir niteliğe de bürüneceğine dikkat çekilen raporda, ortalama sıcaklıkların 1 derece artmasının, yaşanacak seller sebebiyle zorunlu göç hareketlerini yüzde 50 oranında artıracağı öngörülmüştür.
Gelecekte iklim mültecilerinin giderek artan biçimde uluslararası siyasetin gündeminde olacağını söylemek mümkündür. İklim değişikliğinin olumsuz etkileri arttıkça iklim mültecilerinin sayılarının da artacağı ve bu durumun hükümetler ve uluslararası örgütler üzerindeki baskıyı yoğunlaştıracağı kesindir. Soruna insan hakları çerçevesinde yaklaşarak, iklim değişikliği sebebiyle yerlerinden olanlara ulusal ve uluslararası hukuk aracılığı ile koruma sağlamak şu an için ne devletler ne de örgütler için bir öncelik olmasa da insani krizlerin devamı bu konudaki tartışmaları gündemde tutmaya devam edecektir.
Okuma Önerileri
Makale: Ekşi, Nuray, “İklim Mültecileri”, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, No 2, Temmuz-Aralık 2016: 10-58.
Makale: Hiraide, Lydia Ayama, “Climate Refugees: A Useful Concept? Towards an Alternative Vocabulary of Ecological Displacement”, Politics, Special Issue on Race and Climate Change, Cilt 43, No 2, 2023: 267-282.
Makale: Biermann, Frank ve Ingrid Boas, “Protecting Climate Refugees: The Case for a Global Protocol”, Environment: Science and Policy for Sustainable Development, Cilt 50, No 6, 2008: 8-17.
Kitap: Behrman, Simon ve Avidan Kent (der.), Climate Refugees, Beyond the Legal Impasse? New York, Routledge Studies in Environmental Migration, Displacement and Resettlement, 2018.
Kitap: Wennersten, John R. ve Denise Robbins, Rising Tides: Climate Refugees in the Twenty-First Century, Indiana, Indiana University Press, 2017.
Film: The Day After Tomorrow / Yarından Sonra, 2004, Roland Emmerich (yönetmen), Centropolis Entertainment vd.
Şevket Ovalı
Doç.Dr. Şevket Ovalı, Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 1996 yılında tamamlamıştır. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’ndan alan Doç Dr. Ovalı, 2004’ten bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Bir süre Hollanda Maastricht University College’da lisans ve lisansüstü dersler veren Ovalı’nın başlıca çalışma alanları, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, Türk-Yunan ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileridir. Doç. Dr. Ovalı, 2010’dan beri Uluslararası İlişkiler Dergisi’nin editörü olarak görev yapmaktadır.