AGSK, 1990’ların ortalarında NATO bünyesinde ortaya çıkan ve AB’nin NATO imkân ve kabiliyetlerini kullanarak kendi askeri gücünü geliştirmesinin öngörüldüğü bir oluşumdur. AGSK hiçbir zaman NATO’ya alternatif olarak düşünülmemiş, tam tersine NATO ile birlikte çalışacak ve NATO’nun üstlendiği kolektif savunma dışındaki misyonları yürütecek şekilde tasarlanmıştır. AGSK ile AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) arasındaki en önemli farklılık da aslında budur. Bir başka deyişle AGSK, NATO’nun içinden doğan ve NATO varlıkları kullanılarak işlerlik kazanması planlanan bir girişimken, AGSP AB’ye bağımsız bir güvenlik aktörü olarak hareket etme imkânı sağlayacak otonom bir oluşumdur. AGSK’yı ve AGSP’ye giden süreci anlayabilmek için, 1990’ların stratejik ortamına ve hem NATO hem de AB’nin Soğuk Savaş sonrası dünyada kendilerine nasıl bir yön çizdiklerine bakmak gerekir.
Soğuk Savaş’ın resmen bitişi ile NATO’nun gelecekteki rolü tartışmaya açılmış ve ittifak içerisinde Avrupalı müttefiklerin daha fazla sorumluluk almaları yönünde bir irade belirmişti. NATO’nun Avrupa’nın savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesine yönelik tutumu Temmuz 1990’daki Londra Zirvesinde netleşmiş ve 1991’de duyurulan Stratejik Konsept ile de resmiyet kazanmıştır. Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ve Almanya’nın birleşmesinin Avrupa bütünleşmesi için önemli bir fırsat olduğunu vurgulayan Stratejik Konsept, AGSK’nın NATO’nun Avrupa ayağını güçlendireceğini ve sadece Avrupa’ için değil NATO için de büyük fayda sağlayacağının altını çizmekteydi. 8 Kasım 1991’deki Roma Zirvesi sonuç metninde AGSK’ya yine uzun bir bölüm ayrılmış BAB’ın bu doğrultuda üstleneceği rolün önemine vurgu yapılmıştı. NATO hem 1991 Stratejik Konsepti ile hem de Roma Zirvesi sonuç metni ile AGSK’nın geliştirilmesinden duyduğu memnuniyeti ifade etse de perde arkasında bazı kaygıların da olduğu bilinmekteydi. AGSK’nın savunma alanında bir ikilik yaratabileceği, BAB’ın NATO’nun hangi varlıklarına erişim sağlayacağı ve AGSK’nın ikinci bir NATO olup olmayacağı yönündeki kaygılar NATO çevrelerinde sıkça dile getirilmekteydi.
AGSK’nın ortaya çıkış sürecinin bir diğer ayağı ise AB bütünleşmesidir. AT’dan (Avrupa Toplulukları) Avrupa Birliği’ne (AB) geçiş sürecinde, ortak dış politika ve güvenlik alanının da Avrupa bütünleşmesinin temel ayaklarından birisi olması konusu 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması ile kabul edilmişti. Maastricht’in imzalanmasından önce gerçekleşen hükümetlerarası konferansta Avrupa içinde bu konuda iki farklı görüş olduğu ortaya çıkmıştı. Avrupacılar ve Atlantikçiler olarak adlandırılan iki grubun hem güvenlik yapılanmasının geleceği hem de bu yapıda aktif rol oynaması planlanan BAB’ın (Batı Avrupa Birliği) NATO ve AB ile ilişkisinin nasıl yapılandırılacağı konusunda anlaşmazlık yaşadıkları görülmüştü. Almanya ve Fransa, AB bütünleşmesinin ancak bağımsız bir savunma ve güvenlik yapılanmasıyla pekiştirilebileceğini savunurlarken, İngiltere, İrlanda, İtalya, Hollanda ve Danimarka ise NATO’nun kolektif savunmadaki temel rolünü sarsacak veya NATO’ya alternatif oluşturacak bağımsız bir savunma örgütlenmesine karşıydılar.
Her iki tarafı da tatmin edecek bir formül Maastricht Antlaşmasının J4. maddesiyle sağlanabildi. Maddenin 2. fıkrası ile BAB AB’nin savunma ve güvenlik ayağındaki organı haline getirilirken, 4. fıkra AB‘nin savunma politikalarının üyelerin Atlantik ittifakından doğan yükümlülükleriyle çelişmeyeceği ve destekleyici olacağı ifade ediliyordu. Bu yasal düzenlemeye ek olarak BAB üyesi ülkeler 19 Haziran 1992’de kabul edilen Petersberg Deklerasyonu ile BAB’ın askeri operasyonlarının insani misyonlar ve kurtarma misyonları, barış misyonları, barış sağlama da dahil olmak üzere çatışmaların önlenmesi ve kriz yönetimi için belirlenen misyonlarla sınırlı tutulacağını duyurdular. Petersberg görevleri olarak bilinen bu görev tanımları bir yandan BAB askeri operasyonlarının kapsamını net bir biçimde belirliyor, bir yandan da BAB’ın NATO’ya ait olan kolektif güvenlik görevini üstlenmeyeceğinin altını çiziyordu.
1990’ların başları hem NATO’nun kaygılarının tam olarak giderilemediği, hem de AB’nin savunma politikasının Avrupacılar ve Atlantikçiler arasındaki anlaşmazlıkların gölgesinde güdük kaldığı bir dönem olmuştu. NATO-AB ilişkilerini AGSK özelinde olumsuz etkileyen bir başka gelişme ise Yugoslavya’nın kanlı bir savaş neticesinde dağılmasıydı. Savaş sırasında ABD ve Almanya ile Fransa’nın başını çektiği Avrupalı müttefikleri arasında yaşanan görüş ayrılıkları, her iki tarafın AGSK konusunda uzlaşmasını daha da zorlaştırmıştı. AGSK’nın NATO içinde mi yoksa BAB aracılığı ile AB’ye bağlı özerk bir konumda mı geliştirileceği tartışmasındaki son rötuşlar NATO’nun 1994’teki Brüksel Zirvesi ve NATO Kuzey Atlantik Konseyi’nin 1996 yazında Berlin’de gerçekleştirdiği Bakanlar düzeyindeki toplantıda yapılmıştır. Alınan kararlar uyarınca AGSK NATO bünyesinde hayata geçirilecektir. Ayrıca AGSK çerçevesinde BAB-NATO işbirliğinin sınırları da çizilmiştir. Bu bağlamda AGSK, BAB’ın NATO’nun müdahil olmak istemediği durumlarda NATO imkân ve kabiliyetlerine erişim sağlayarak Petersberg görevleri ile sınırlı misyonları üstlenmesinden ibaret bir oluşum olarak tanımlanmıştır.
Alyson J.K Bailes 1994 Brüksel Zirvesi ve 1996 Berlin mutabakatına bakarak AGSK’yı bir modus vivendi olarak tanımlamaktadır. Bu yeni uzlaşının ana maddeleri sırasıyla şunlardır: Birincisi Avrupa-Atlantik bölgesindeki kolektif güvenlik görevi sadece NATO tarafından icra edilebilecektir. İkincisi, NATO “çeşitli koalisyonlar” tarafından kullanılabilecek esnek askeri varlıklar oluşturacaktır. Bu varlıklar kriz durumlarında hem NATO tarafından hem de Avrupalılar tarafından kullanılabilecektir (seperable but not seperate military assets / gerektiğinde ayrılabilir ama birbirinden tamamen ayrı olmayan askeri varlıklar). Üçüncüsü BAB ve AB gibi otonom kurumlar savunma kabiliyeti geliştirme heveslerini kriz idaresi görevleri ile sınırlı tutacaklar ve bu amaçla olsa bile NATO’dan tamamen ayrı kuvvetler oluşturmayacaklardır. Dördüncüsü, AB çok boyutlu kriz idaresinde daha etkin bir güç haline gelecek ve AB’nin güvenlik alanındaki meşru bir aktör olduğu NATO tarafından da tanınacaktır.
AB, bütünleşme sürecinin en önemli ayaklarından biri olarak gördüğü güvenlik ve savunma alanındaki girişimleri AGSK ile sınırlı tutmamaya kararlıydı. Özellikle Kosova Krizi’nin patlak verdiği günlerde AB’nin NATO’ya ne kadar bağımlı olduğunun bir kez daha ortaya çıkması, Avrupa’da savunma ve güvenlik alanındaki bütünleşmeye hız kazandırma fikrini kuvvetlendirmişti. 3-4 Kasım 1998’de İngiltere ve Fransa tarafından imzalanan St.Malo Deklarasyonu ile bu alandaki bütünleşme sürecinin derinleştirileceği duyurulmuştur. Deklarasyonla AB’nin uluslararası krizlere müdahale için özerk bir eylem planına ve kendi askeri kabiliyetlerine sahip olması gerektiğinin altı çizilmiştir. St. Malo Deklarasyonu bu bağlamda NATO merkezli bir AGSK’dan özerk bir AGSP’ye geçişin de ilanı olarak değerlendirilebilir.
Daha fazlası için:
Okuma Önerileri
- Makale: Çınar Özen, “Esdp-Nato Relations; Considerations On The Future Of European Security Architecture”, The Turkish Yearbook of International Relations, No 33, 2002, s. 233-255.
- Makale: Sinem Açıkmeşe, Cihan Dizdaroğlu, “NATO-AB İlişkilerinde İşbirliği ve Çatışma Dinamikleri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 10, No 40, 2014, s. 131-163.
- Makale: Alyson J.K Bailes, “NATO’s European Pillar: The European Security and Defense Identity”, Defense Analysis, Vol 15, No 3, 1999, s. 305-322.
- Makale: Paul Cornish, “European security: the end of architecture and the new NATO”, International Security, Vol 72, No 4, 1996, s. 751-769.
- Kitap: G Wyn Rees, The Western European Union At The Crossroads: Between Transatlantic Solidarity And European Integration, Routledge, New York, 1998.
- Kitap: Sally Rohan, The Western European Union: International Politics Between Alliance and Integration, Routledge, New York, 2014.
İzleme Önerileri