Güvenlik, disiplin olarak Uluslararası İlişkilerin (Uİ) de yaşadığımız durum olarak uluslararası ilişkilerin de merkezinde yer alan kavramlardan birisidir. Her ne kadar güvenliğin sınırları belli ve herkesçe kabul edilmiş bir tanımı olduğunu söylemek zor olsa da varlığını korumak bağlamında tehlikeden uzak olmak/olduğunu hissetmek herkesin üzerinde anlaştığı temel olarak ifade edilebilir. Bu tanımda biri objektif, diğeri sübjektif olmak üzere iki ayrı yol söz konusudur. Tehdidin olmaması durumu olarak güvenlik objektif, tehdide dair korkunun olmaması durumu ise sübjektif tanımlama olarak karşımıza çıkmaktadır. Antikçağdan Rönesans’a, Aydınlanmadan erken 20. yüzyıla kadar uluslararası ilişkiler düşüncesinin köklerinin dayandığı düşünürler de esasen güvenlik olgusu ile ilgilenmişler, gerek birey gerekse de devlet düzeyinde güvenliğe dair düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Uİ’nin bir disiplin olarak ortaya çıkışı da güvenlik olgusuyla yakından ilişkilidir. Bu çerçevede güvenliği bireysel ve ulusal düzeyden uluslararası düzeye taşıyan da hem teoride hem de pratikte birbirini takip eden gelişmeler olmuştur. Bu kapsamda Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerde kolektif güvenliğe duyulan ihtiyaçla hayata geçirilen Milletler Cemiyeti (MC), amacını açıkça “uluslararasında işbirliğini geliştirmek ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamak” olarak ortaya koymuştur.
MC kuruluş amacı olan uluslararası barış ve güvenliği sağlayamamış olsa da İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası güvenliğin kolektif olarak sağlanması çabasından vazgeçilmemiş, bu defa uluslararası barış ve güvenliği sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuştur. Bu şekilde dünya savaşları sonrası uluslararası güvenlik, devletlerin gündemlerinde yerini alırken, diğer yandan Uİ’nin bir disiplin olarak doğuşu da pratikteki bu gelişmelere eşlik etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu sistemde öne çıkan kavram ulusal güvenlik olmuş, dahası kavram, devletler tarafından kurumsallaştırılmaya başlanmıştır. Örneğin ilk kez bu dönemde ABD Ulusal Güvenlik Yasası çıkarmış (1947), Ulusal Güvenlik Konseyi kurmuş (1953) ve bir Ulusal Güvenlik Danışmanı görevlendirmiştir. Disiplindeki gelişme de bu pratikle benzer şekilde, tek tek devletlerin bekasına odaklı bir ulusal güvenlik anlayışı üzerine oturtulmuştur. Dolayısıyla pratikte söylem uluslararası güvenlikken, ulusal güvenlik odaklı bir gelişme söz konusu olmuştur. 1950’li ve 1960’lı yıllarda Uİ güvenlik çalışmaları bu nedenle stratejik çalışmalar kapsamında gelişme göstermiştir. Hem Uİ disiplininde hem de pratikte bu ulusal beka anlayışının yerini uluslararası güvenliğe dayalı bir anlayışın alması 1970’li yıllarda, iki kutuplu sistemin nükleer süper güçlerinin yarattığı dehşet dengesinin etkisiyle gerçekleşmiştir. Uluslararası güvenlik, ulusal güvenlikten farklı olarak sistemde yer alan devletlerin güvenliklerinin birbirlerine bağlı olduğu, sistemdeki bir devletin güvenliğinin tehdit edilmesinin en azından bir diğerini de etkileyeceği anlayışına dayalıdır. 1970’li yıllar bu anlamda güvenlik çalışmalarının Uİ’nin bir alt disiplini haline geldiği ve bu şekilde aslında uluslararası güvenlik anlayışını içermeye başladığı dönem olmuştur. Örneğin, ilk defa Uluslararası Güvenlik (International Security) başlıklı bir derginin yayınlanmaya başlamasının tarihi 1976’dır. Pratikte uluslararası sistemde yaşanan ‘yumuşama’ ile paralel şekilde disiplinde liberal teorilerin etkisinin artması ve güvenlik toplulukları ya da güvenlik rejimleri gibi yaklaşımların yükselişi de devletlerin güvenlikleri açısından birbirlerine bağımlı oldukları görüşünü güçlendirmiş, diğer bir deyişle güvenliğin referans nesnesinin uluslararası sisteme/topluma taşınmasını sağlamıştır.
Soğuk Savaş dönemi güvenlik çalışmaları ve yaklaşımlarında uluslararası güvenlik kavramsallaştırmasının gelişmesi, yine de mevcut uluslararası sistemin iki kutuplu yapısı dolayısıyla daha fazla belirli yaklaşımların alanında sınırlı kalmıştır denebilir. Bu durum, uluslararası sistemin radikal bir değişime uğradığı ve beraberinde yeni olan güvenlik tehdit ve sorunlarını ortaya çıkardığı Soğuk Savaş sonrası dönemde değişmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi, özünde uluslararası ilişkilerin kendisini, dolayısıyla tehditlerin doğası ve kaynağı ile birlikte güvenliğin referans nesnesini de küreselleştirmiştir. Soğuk Savaş sona erdikten sonraki ilk 10 yılı içinde büyük güçler arasında çatışma çıkma olasılığı azalırken, soykırımın da eşlik ettiği mikro milliyetçi çatışmaların ortaya çıkışı ve yaygınlaşması, daha önceki dönemlerde devletler arası bir sorun olan Kitle İmha Silahlarının (KİS), kendileri de ulusaşırılaşan terör örgütleri gibi devlet dışı aktörlerin eline geçebilme olasılığı hem uluslararası toplumu hem de Uİ disiplinini uluslararası güvenlik anlayışını derinleştirmek ve genişletmek üzere harekete geçiren ilk gelişmeler olmuştur. 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terör saldırıları, Ortadoğu’da meydana gelen Arap Baharı, ardından 2011’de başlayan Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı mülteci sorunu gibi gelişmeler de güvenliğe uluslararası güvenlik çerçevesinden yaklaşılması gerektiğini gözler önüne seren gelişmeler olmuştur. 21. yüzyılın uluslararası güvenliğin karşısına çıkardığı tehditler sayılan gelişmelerle temsil edilmekle birlikte ne yazık ki bunlarla sınırlı değildir. Zorla yerinden edilme ve mülteci sorunu dünyanın her bölgesinde bir sorundur ya da terör artık ulusaşırı hale geldiğinden bu güvenlik tehdidinden muaf bir devlet söz konusu değildir. Güvenliğin bu şekilde derinleşmesi, genişlemesini de beraberinde getirmiştir. İç savaş ve çatışmalar ile terörün yanında, uyuşturucu kaçakçılığından insan kaçakçılığına çeşitli suçları içeren örgütlü suçlar, ekonomik çöküş ve getirdiği toplumsal sorunlar, doğa ve çevrenin tahribatı ve bununla ilişkili salgın hastalıklar, kıtlık, aşırı nüfus artışı ve düzensiz göç de uluslararası güvenliğin boyutları haline gelmiştir. Bu şekilde, artık söz konusu sorunların güvenlik kavramsallaştırmasında birer dış tehdit olarak görülmesi olanaklı değildir, aksine mevcut uluslararası sistemdeki sorunlar artık bir bütün olarak uluslararası toplumun içsel bir sorunu olmuştur.
Uluslararası güvenlik bağlamında pratikte yaşanan derinleşme ve genişleme güvenlik çalışmaları alanında da karşılığını bulmuş, Uİ güvenlik çalışmaları alt-alanı Soğuk Savaş dönemindeki durumuyla karşılaştırınca hem genişlemiş hem de derinleşmiştir. Disiplinde gerçekleşen genişleme sürecinde Uİ’de yaşanan eleştirel dönüşümün etkisi de gözden kaçırılmayacak kadar önemlidir. Bu kapsamda Kopenhag, Aberystwyth ve Paris Okulları gibi Avrupa kökenli eleştirel, inşacı ve post-yapısalcı yaklaşımlar ile feminist ve postkolonyal güvenlik çalışmalarının alana önemli katkıları olmuştur. Uluslararası güvenliğin bu anlamada geçirdiği derinleşme ve genişleme, bazı görüşlere göre uluslararası güvenlik kavrayışının artık bizatihi kendisi haline gelmiş olan, kimi diğer görüşlere göre ise hala sadece bir boyutunu oluşturan insani güvenlik yaklaşımına ulaşılmasını sağlamıştır. BM öncülüğünde, ilk olarak 1994 tarihli BM Kalkınma Programı İnsani Gelişme Raporuyla gündeme gelen ve 2003 İnsan Güvenliği Raporu ile pratiğe de aktarılan insani güvenlik yaklaşımı, insanların yaşam özgürlüklerinin sağlanması ve geliştirilmesi ile insani öz değerlerinin korunmasıyla ilgilidir. Bu şekilde insani güvenlik genel olarak güvenliğin askeri olmayan boyutlarına odaklanmakta, referans nesnesi olarak da bireyi almaktadır. Dolayısıyla BM Kalkınma Programı İnsani Gelişme Raporunda da belirtildiği gibi insani güvenlik uluslararası güvenliğin silahlarla ilgili olmayan boyutudur. Uluslararası güvenlik ise bu kapsamda devlet, birey ve sistem düzeyleriyle tüm uluslararası toplumu, üstelik güvenliğin tüm boyutlarıyla ilişkili olarak kapsayan şemsiye bir kavramdır.
Daha Fazlası İçin
Okuma Önerileri:
Kitap: Barry Buzanve Lene Hansen, The Evolution of International Security Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 2009.
Kitap: Michael E. Smith, , International Security: Politics, Policy, Prospects, Londra, Palgrave MacMilan, 2010.
Makale: David Baldwin, “Security Studies and the End of the Cold War”, World Politics, Cilt 48, No.1, 1995, s. 117-141.
Makale: John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18,Yaz 2008, s. 69-85.
Makale: Steve Smith, “The Increasing Insecurity of Security Studies: Conceptualizing Security in the Last Twenty Years”, Contemporary Security Policy, Cilt 20, No. 3, 1999, s. 72-101.
Doç. Dr. Fulya Aksu, İstanbul Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktora derecesini 2011 yılında Ankara Üniversitesi’nden ‘Dış Politika ve Kimlik: İnşacı Perspektiften Türk Dış Politikasının Analizi’ başlıklı teziyle alan Aksu’nun akademik ilgi ve çalışma alanları, uluslararası ilişkiler teorileri, savaş ve güvenlik çalışmaları ile Türk dış politikasıdır. Doç. Dr. Aksu’nun bu alanlarda, aralarında ‘The Transatlantic Link in Turkey’s Middle Power Identity’, ‘İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş’, ‘Türkiye’de Güvenlik: Algı, Politika, Yapı’, ‘NATO’nun Stratejik Konseptleri’ başlıklı çalışmaları bulunan birçok yayını mevcuttur.