Her şeyin başı sağlık, anlamındaki sözler birçok dilde söylenmektedir. Sağlığı yerinde olmadan insanın kendisini güvende hissetmesi mümkün görünmemektedir. Sağlık güvenliği devlet merkezli güvenlik anlayışı yerine insan merkezli güvenlik anlayışının önemli odaklarından biridir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası örgütler de insanî güvenlik ile sağlık arasındaki asal ilişkiye dikkat çekmişlerdir.
Sağlık güvenliği kısaca önlenebilir hastalık ve ölümlerin uygun sağlık sistemleri ile önüne geçilmesinin sağlanması demektir. Dünya Sağlık Örgütü tanımına göre küresel halk sağlığı, insan hayatını tehlikeye atan akut sağlık sorunlarının etkilerinin coğrafî ve siyasî sınırlar ötesinde hem öncül hem ardıl etkinlikler ile asgârileştirilmesi demektir. Sağlık da sadece hastalık veya sakatlık yokluğu olarak değil; bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam iyilik hâli olarak tanımlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü henüz 1978’te hükümetlerin yeterli sağlık hizmetleri ile yurttaşlarının sağlığını korumaktan sorumlu olduğunu ilân etmiştir. 2020’de dünyayı kasıp kavuran Korona virüsü salgını ile Dünya Sağlık Örgütü de ilk kuruluş amacı olan salgın hastalıklarla mücadeleye etkileyici bir geri dönüş yapmış oldu. Salgın hastalıkların kontrol altına alınabildiği 1970’lerden itibaren devlet düzeyinin ötesinde küresel düzeyde etkinlikleri arttırıp tedavi edilebilir hastalıklara odaklanarak ortalama ömrü uzatmayı amaçlamıştı. Ortalama ömürlerdeki ciddi artışa bakılırsa, bunda gayet başarılı olduğu da söylenebilir. Korona ile dünya yeniden salgın hastalıkların dehşetini hatırlamış oldu.
Korona öncesinde Ebola bunu hatırlatmış ama bulaşıcılığı -çok şükür- düşük olduğu için küreselleşmemişti dolayısıyla ilgi eşiklerinin altında kalmıştı. Geri kalmışlık kaynaklı ölümle özdeşleştirilen Afrika’da yaşanması da bunun nedenlerinden biriydi. Ancak, Ebola salgını, sınırların kapatılması, seyahatin kısıtlanması, sokağa çıkma yasağı gibi önlemler ile polis ve askerî güçlerin kullanımı gibi olağanüstü uygulamaların halk sağlığı nedeniyle de yapılabileceğini gösterdi. Yâni sağlığın da bir güvenlik konusu olduğunu ortaya serdi.
Korona salgını küresel sağlık güvenliği yönetiminin sorunlarını gözler önüne serdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin krizi tanımlamak ve yönetmek amacıyla karar almakta gecikmesi, ciddi sayıda liderin krizi ve hatta bilimi küçümseyen söz ve davranışları, bu liderlerden en kötü şöhretlisi Amerikan başkanı Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’nden Amerika’nın üyelik ve maddî desteğini çekme tehdidi ve gene bir kriz anında en gerektiği zamanda uluslararası işbirliğinden kaçınan çeşitli davranışlar küresel yönetişimin sorunlarının net bir şekilde görülmesine yol açtı. İnsanlar kriz durumlarında içerik ve tarz itibariyle inandırıcı sözler duymaya ve davranışlar görmeye ihtiyaç duyarlar. Devletler genelde uluslararası örgütlere oranla daha güçlü görünmekle beraber, korona salgını gibi küresel bir güvenlik krizi Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası işbirliğinin vücut bulduğu uluslararası örgütlerin önemini açıkça gösterdi.
İçinde bulunduğumuz 21.Yüzyıl’da dört kez, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ana sorumluluğu olan ve daha ziyade askerî açıdan tanımlanan uluslararası barış ve güvenliğin bir halk sağlığı sorunu tarafından tehdit edildiğini karara bağladı. 2000 yılında 1308 sayılı ilk karar ve 2011’de 1983 sayılı karar AIDS hakkında, 2014’te 2177 sayılı karar ve 2018’de de 2439 sayılı karar Ebola hakkında idi. Korona kadar kolay bulaşmayan -oysa çok daha öldürücü olan- bu hastalıklar birçok insanın ilgisi dışında olduğundan, küresel bir ilgi göremedi. Korona salgını konusunda da gecikerek ancak 1 Haziran 2020’de 2532 sayılı karar çıkarıldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gecikmesi ve etkisizliği aslında devlet ve silahlı çatışma merkezli güvenlik anlayışının ve başat devletlerin hâkimiyetindeki dünya düzeninin insanlara güvenlik sağlama konusundaki yetersizliğini inkâr edilemez açıklıkta gözler önüne serdi. Oysa aynı Birleşmiş Milletler’in devlet değil insan merkezli hareket eden uzman kuruluşları bilgi ve deneyim birikimlerini sağlık güvenliği ve bunun en son örneği Korona salgını konularında etkin bir şekilde insanlığın hizmetine sundular.
Ulusal devletler altındaki sağlık bakanlıkları ve personelinin ise güvenlik için ne kadar asal oldukları bir kez daha ortaya çıktı. Her türlü güvenlik konusunda ve özellikle de kriz anlarında iyi yetişmiş insan kaynağı ve onların sosyal güvenlik dâhil çalışma koşullarını düzenleyen iyi bir yönetimin önemi daha da net anlaşıldı. Buna diğer ulusal kurumları da eklemek gerekir. Örneğin Türk Tabipleri Birliği salgının Türkiye’de görülmesinin de öncesinde başlattığı çalışmalarını daha sonra da güvenliğe katkıda bulunacak şekilde sürdürmüştür. Yâni, devletlerin askerî güvenlik konusundaki saplantılarının zararları, ulusal bürokrasi ve kurumların faydalarının görülmesini engellememeli. Örneğin Türkiye’deki durum gelişmiş dünyanın kurumu OECD üyelerine kıyasla aşağıda görülebilir (yazının sonunda çeşitli başka tablolar bulunmaktadır).
Her güvenlik tehdidinde olduğu gibi sağlık güvenliği tehditlerinde de erken uyarı sistemleri ile sağlam bilgi edinmek, değerlendirmek ve yaymak önemlidir. Bunu için bilim insanlarına kulak vermek asaldır: Korona salgınından birkaç sene önce Çinli bilim insanlarının halk sağlığının gerektirdiği gibi denetlenmeyen hayvan pazarlarından 2002-2004 arasında yaşanan SARS salgını benzeri bir virüs yayılabileceğini duyurduğunu ve böylece uyardığını insanlar ne yazık ki çok geç öğrendiler. Sağlık alanında erken uyarı anlamında kilit olan önleyici sağlık hizmetleridir. Bir zamanlar Türk Silahlı Kuvvetleri gibi ordularda araçlar ile ilgili meşhur olan “en iyi tamir bakımdır” sözü önleyici sağlık hizmetlerinin de özüdür: en iyi tedavi bilgili ve bilinçli bir korunmadır. Korona salgını ile mücâdele edenlerin herkese maske takmak ve kişisel temizlik suretiyle bulaşıcılığı engellemeyi öğretmesi önleyici sağlık anlayışına net bir örnek oldu.
Erken uyarı erken müdahâleye yol açtığında anlam kazanır. İtfaiye uzmanlarının yangınlar için söylediği gibi büyük bir yangın bile ilk başlangıcında bir bardak su ile söndürülebilir, yoksa günlerce söndürülemeyecek kadar büyüyebilir. Korona salgını bu açıdan da çarpıcı bir örnek oldu: Salgının önemi ilk zamanlarında reddedilmeseydi ve gereken önlemler gecikmeden alınsaydı, can kaybı daha düşük olurdu. Güvenlik terminolojisinde sık rastlanan risklerin tehdide dönüşmeden ve dönüşmeyecek şekilde yönetilmesi sağlık güvenliğinde de asaldır. Yurttaşlarını bilgilendirmekten kaçınan yönetimlerin yarattığı güvenlik sorunu Korona virüsü konusunda ilk uyarıyı yapan Dr. Li Wenliang’ın Çin yöneticileri tarafından engellenmesi – ve ne yazık ki hayatını kaybetmesi- ile bir kez daha anlaşılmıştır. Salgın yayıldıkça birçok ülkede yöneticilerin erken uyarı ve erken müdahâleden kaçınması çeşitli boyutlarda güvenlik sorunlarına neden oldu.
Neo-liberal küreselleşmenin özel şirketlerin kârına dayanan ekonomik büyüme anlayışı da sağlık güvenliği açısından ciddi risk ve tehditler yaratmıştır, özellikle de çalışma koşulları ve sağlık hizmetleri çerçevesinde. Oysa bireysel, ulusal ve küresel düzeyde insan sağlığı üretim ve tedarik zincirleri için çok önemlidir. Dahası, küreselleşme ile artan seyahatler ve aşınan sınırlar bulaşıcı hastalıkları kolaylaştırmakta ve kendi sınırlarına kapanabilen devlet anlayışını zorlamaktadır. Salgın hastalıklar gibi sağlık güvenliği tehditleri toplumsal huzursuzluğu arttırarak devletlerin dolayısıyla da uluslararası sistemin istikrarına zarar verebilir. Bütün bunların anlaşılması için korona gibi ürkütücü bir salgına gerek olmamalıydı. Sağlık çalışanları başta tüm çalışanların çalışma ve yaşam koşulları halk sağlığı gerekliliklerine göre düzenlenebilir ve düzenlenmelidir.
Uluslararası güvenlik boyutuna bakıldığında, yarattığı zâyiatla neredeyse bir dünya savaşı izlenimi veren korona salgını askerî harcamaların yanıltıcılığını da gösterdi. Bütün o havalı ve pahalı füzeler, uçaklar vb. yüzbinleri öldüren bir virüsle mücadelede gereksiz harcamadan başka bir şey olamıyor. Askerî güvenlik ile müsemmâ jeopolitiğin sağlık güvenliğini de mutlaka göz önüne alması gerekiyor. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nde henüz 2000 yılında bir ulusal güvenlik raporu küresel sağlık tehditlerinin ulusal ve küresel güvenliği zorlaştıracağını, Amerikan yurttaşları ve askerlerini tehlikeye atacağını, Amerika için kilit önemde gördükleri ülkelerde toplumsal ve siyasal istikrarsızlığı arttıracağını belirtmiştir. Gerekenin tam tersine, devlet ve rekâbet merkezli jeopolitiğin kötü bir tezâhürü korona salgınında görüldü: Amerikan başkanı Trump, özellikle ekonomik ilişkilerde Çin’e karşı geliştirdiği saldırgan üslûbunu korona virüsünü “Çin Virüsü” diye adlandırmaya kadar vardırdı.
Güvenliğin amacı insan canını korumaktır. Dolayısıyla da insanın sağlığını korumaktır. Sağlık toplumsaldır ve sağlık sorunları da toplumsaldır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin dolayısıyla tüm yurttaşlarının kamu kuruluşu TRT’nin korona salgınları ile ilgili duyurularında hep söylendiği gibi “Bir insanın sağlığı, yüzlerce insanı etkileyebilir”. Konuya çok yönlü ve bütüncül bakılmalıdır: Örneğin, sağlığın temeli düzgün beslenme olduğundan ötürü gıda güvenliği ile doğrudan ilişkilidir. Veyahut, sağlık güvenliği ekolojik güvenlik ile ilişkilidir çünkü korona salgının da gösterdiği gibi sağlık sorunlarının önemli bir bölümü insanın giderek artan şekillerde doğayla uyumsuz yaşam tarzından kaynaklanmaktadır. Hava kirliliği de buna eklenebilir nitekim. Sonuçta, sağlık güvenliği konusunda 2005 tarihli bir yayında “Sağlık sorunları güvenlik anlayışını değiştirebilecek kadar kuvvetli mi?” diye sorulmaktaydı. Korona salgını güvenliğin amacının insan canını korumak olduğunu acı bir şekilde hatırlattı.
Makale: Alan Ingram, “The New Geopolitics of Disease: Between Global Health and Global Security”, Geopolitics, Cilt 10, No. 3, 2005, s. 522-545.
Makale: Sophie Harman, “COVID-19, the UN, and Dispersed Global Health Security”, Ethics & International Affairs, Cilt 34, Özel Sayı 3 (The United Nations at Seventy-Five: Looking Back to Look Forward), 2020, s. 373-378.
Roman: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hakk’a Sığındık, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2018, 1. Basım.
Roman: Daniel Defoe, Veba Yılı Günlüğü, çev. İris Kantemir, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.
İzleme Önerileri:
Belgesel: Defining Hope, Carolyn Jones (Erişim Tarihi: 23 Kasım 2020).
Dr. İnan Ruma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Akademik derecelerini ODTÜ ve Paris-1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli dönemlerde Bosna Hersek ve Kosova’daki AGİT misyonlarında çalıştı. Ekonomi Politik, Balkanlar, Rusya, Avrasya ve artık kaçınılmaz hale gelen Türk Dış Politikası üzerine çalışmaktadır. Doğa ile uyumlu yaşamın, emeğin ve özgürlüğün esas olduğunu düşünüyor.