Son zamanlarda gündelik veya akademik/entelektüel sohbetlerde en sık rastlanan konulardan biri düzgün yemek yiyebilmek kaygısıdır. İnsanlar uygun fiyata temiz ve leziz gıdaya ulaşabilme arayışında yıpranıyorlar. Güvenliğin tehdit altında hissetmemek olduğu tanımından hareketle, gıda güvenliği de hiçbir tehdit hissetmeden gıdaya erişebilmek olarak tanımlanabilir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gıda güvenliğini herkesin aktif ve sağlıklı bir hayat için kendi ihtiyaç ve tercihleri çerçevesinde yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya her zaman fiziksel, toplumsal ve ekonomik erişimi olması şeklinde tanımlamaktadır. Yani, herkes her zaman güvenli gıdaya erişebilmelidir. Türkiye Diyetisyenler Derneği güvenli gıdayı “amaçlandığı biçimde hazırlandığında fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özellikleri itibarıyla tüketime uygun besin değerini kaybetmemiş, raf ömrü süresince de fiziksel, kimyasal, biyolojik riskleri taşımayan gıda” olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede dört ana nokta öne çıkmaktadır: Bulunabilirlik, erişilebilirlik, kullanılabilirlik ve istikrar.
Bulunabilirlik bir ülkede tüketime hazır bulunan gıda miktarı ile ölçülmektedir. Erişilebilirlik ise bireylerin ve hanehalkının hazır bulunan bu gıdayı edinebilmesidir. Kullanılabilirlik bulunabilen ve erişilebilen gıdanın insanların hayatını idame ettirebilmesi için gerekli besini sağlayabilmesi ile ilişkilidir. İstikrar da insanların bu üç ölçüt çerçevesinde gıda güvenliğine sahip olduğunu bilmeleri ve geleceğe dair kaygı taşımamaları anlamına gelmektedir.
Gıda yüzyıllardır tarım ve hayvancılık ile üretiliyor. Sanayileşme bir yandan bu üretimi çeşitlendirdi, çoğalttı ve geliştirdi; öte yandan doğayı aşırı kirletti. Nihayetinde, gıda güvenliğinde temel sorunlar doğal çevre kirliliği, iklim değişikliği, kontrolsüz nüfus artışı, tarımda işgücünün azalması/eğitimsizleşmesi, gıda israfı ve bunların etkisiyle artan gıda fiyatları olarak görünmektedir. Bugün dünyadaki gıda kaybının parasal bedeli yıllık 400 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır, yani dünyanın ilk yirmi ekonomisinden biri olan Türkiye ekonomisinin büyüklüğünün yarısı civarında. Bunlar çerçevesinde sağlıklı gıdaya erişim, yetersiz beslenme veya açlık, obezite sorunları yaşanmaktadır.
Bir yandan yetersiz beslenme öte yandan obezitenin (vücutta aşırı yağlanma) artışı dünyadaki eşitsizlik sorunun vahâmetini de göstermektedir. Nitekim gıda üretiminin temel ihtiyaçlara göre değil kâr hırsına yönelik gerçekleştirilmesinin sorunların temelini oluşturduğu söylenebilir. Bu anlamda, gıda güvensizliğinin bir ekonomik şiddet biçimi olduğu söylenebilir. Devletler arasındaki güç ilişkileri bağlamında düşünüldüğünde yetersiz beslenme/açlık sorunun bir jeopolitik şiddet olduğu da söylenmektedir.
Gıda güvenliği ile ilgili ilk kapsamlı çalışmaya 1981 yılında rastlanıyor. 1950’lerin ve 60’ların gıda üretimi patlamasında sonra (1951-1971 arasındaki yirmi yılda üretim iki kat artmıştı) ortalama ömrün uzamasından da beslenen nüfus artışı (örneğin Afrika 1970’lerde bir kıtada kaydedilmiş en büyük nüfus artışını yaşamıştı) ile gıda arzında yetersizlikler oluştuğundan bahsedilir. Açlığın aslında daha yeni sona ermiş olduğu göz önüne alınmalıdır. 1950’lerde Avrupa kıtasında bile açlık henüz sona ermemişti. 1970’lere kadar artan üretimle fiyatlar da istikrarlı seyretti. Sonrasında ise açlık örneğin Hindistan ve Afrika gibi yok olmaya yüz tuttuğu yerlere geri döndü.
1980’lerden itibaren neo-liberal kapitalist küreselleşme bağlamında şirket ve finansallaşma temelli bir gıda üretim biçimi oluştu(rul)du. Büyük tarım şirketleri küreselleşerek geleneksel üreticilerin pazar paylarını azalttı. Gıda saklama ve ulaşım olanaklarında teknolojik gelişme ile küresel yapısal eşitsizlik sonucu az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere gıda aktarılması arttı. Bunun az gelişmiş ülkelerdeki üreticilere kısmen faydası olmakla beraber ulusal pazarlarında gıda arzını düşürdü; yani az gelişmiş ülkelerde sağlıklı gıdanın bulunabilirliği ve erişilebilirliği azaldı. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde insanların gıdalara erişimi de daha ziyade süpermarketler üzerinden olmaya başladı. Kimyasal gübre ve koruyucu kullanımının artması daha sonra genetik değiştirme uygulamaları ile de birleşerek üretilen miktarı, sağlık sorunlarını ve doğal çevre kirliliğini arttırdı. Örneğin genetiği değiştirilmiş mısır, küresel ticarette en fazla yer alan ürünlerden biri oldu. Bir hortlak gibi yeniden belirenaçlık ile mücadele dert iken, obezite (vücutta aşırı yağlanma) sorunu da ortaya çıkıverdi. Sonuçta, tarım yüksek ölçüde sanayileşti ve küreselleşti; yani yerel veya ulusal düzeyde gıda ihtiyacı için faydalanılmakta olan/faydalanılabilecek toprak ve emek küresel piyasaya örneğin palmiye yağı, soya yağı, şeker kamışı ve kanola satışı için kullanılır oldu. Bu son dört ürünün insan sağlığına zararları da giderek daha fazla anlaşılır ve ifade edilir hale geldi. Tarımın biyoenerji üretimi için kullanılmaya başlanması da not edilmelidir.
Gıda güvenliğinin uluslararası (askeri-siyasal) güvenlikle ilgili ilişkisi de hayati bir konudur. Bir ülkede oluşan gıda güvenliği sorunları ülke içinde çatışmalara yol açarak uluslararası güvenliği tehdit eden boyutlara erişebiliyor. Ne yazık ki hemen her konuda kötü örnek hâline gelen Suriye’de, iç savaşın patlak vermesinin hemen öncesinde gıda krizi yaşamıştı ve bu nedenle sıkıntıya düşen insanların yönetimi protesto etmeleri de bu hazin iç savaşa evrilmişti. Benzer şekilde çatışma ve savaş gibi askeri güvenlik sorunları da gıda güvenliğine aşırı zarar vermektedir.
Bu anlamda gıda güvenliği diğer güvenlik türleri ile de yakın ilişki içerisindedir. Örneğin kaçınılmaz olarak doğanın sağlığı yani çevresel güvenlik ile bağlantılıdır çünkü tarım doğanın bir parçası olarak yapılabilir. İstikrarlı bir şekilde bulunabilir, erişilebilir ve kullanılabilir gıdaların üretimi ekolojik güvenlik sağlanmadan mümkün görünmemektedir. İnsanların güvenilir gıdaya erişimi işsizlik, dar gelirlilik, sosyal güvencesizlik gibi ekonomik güvenlik sorunları ile doğrudan ilişkilidir.
Gıda güvenliğinin sağlanması için iki ana fâil devletler ve uluslararası örgütlerdir. Devletlerin rolü hâlâ asal. Nitekim tarım aslında hâlâ en fazla ulusal korumacılık uygulanan alanlardan bir tanesi olarak kabul ediliyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi başat fâiller bile tarım üretimlerine çeşitli korumacılık uygulamaları sağlıyorlar.Fakat, bu korumacılığın iktidarlara yakın grupların imtiyaz sahibi olması şeklinde tezahür etmesinin gıda güvenliği açısından etkin ve inandırıcı olmadığı da not edilmelidir. Devletin rolüne bir örnek olarak, 2013 yılında Hindistan Parlamentosu bütün yurttaşlara gıda hakkını tanıyan bir ulusal gıda güvenliği yasasını kabul etti. Ekonomik büyüme örneklerinden biri olarak alkışlanan Hindistan’da beş yaş altındaki çocukların üçte birinin yetersiz beslendiği bilinmektedir. Her hâlükârda, korumacı veya liberal herhangi bir siyasetin herkesin her zaman güvenilir gıdaya erişiminin sağlanması için oluşturulması ve uygulanması gerektiğinin altı çizilmelidir.
Uluslararası örgütlerin rolleri düşünüldüğünde, bu örgütlerin küresel sermaye ve başat devletlerden bağımsızlaşabilen etkileri üzerinde durmak gerekir. Küresel gıda sorunlarının Dünya Ticaret Örgütü içerisinde devletlerararası uzlaşmazlıkları arttırdığı biliniyor. Yükselen güçler denilen devletlerin başat devletlere eklenmesi ve çoktaraflılığın böylece yaygınlaşması ile küresel gıda güvenliği arasındaki ilişki tartışmalı görünüyor. Öte yandan, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gıda güvenliği çabaları açısından asal görünüyor. Aşağıdaki belgeseller altında paylaşılan bu örgütün çalışmalarına dair videolara göz atılabilir. Uluslararası ve ulusal sivil toplum örgütlerinin rolü de azımsanmamalıdır: Tanımlamalardan bilgilendirmeye, kamuoyu oluşturmaktan siyasetleri etkilemeye kadar birçok düzlemde sivil toplum örgütleri gıda güvenliği için asal görünüyorlar.
Sonuçta, insanlar doğru düzgün karnını doyurabilmek istiyorlar. Bu küresel, ulusal ve yerel düzeylerde gıda güvenliğinin sağlanması ile mümkün. Gıda güvenliği, doğayla uyumlu ve ihtiyaçlara yönelik üretim ile insanların güvenli gıdalar üzerine bilgilenmesi ve bilinçlenmesi ile mümkündür. Devletler, uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları bu konuda çeşitli çalışmalar yürütmekteler. Gıda güvenliği ana odak doğa ile uyum ve insanların ihtiyaçları olduğu ölçüde sağlanabilir.
Okuma Önerileri
Kitap: Süleyman Erdoğan, Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Gıda Güvenliği, İstanbul, Hayat Yayınları, 2014.
Kitap: Barbara Kingsolver, Hayvan, Sebze, Mucize, çev. Seda Çıngay, İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2009.
Makale: Geoffrey Lawrence, “Re-evaluating food systems and food security: A global perspective”, Journal of Sociology, Cilt 53, No 4, 2017, s. 774-796.
Dr. İnan Ruma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Akademik derecelerini ODTÜ ve Paris-1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli dönemlerde Bosna Hersek ve Kosova’daki AGİT misyonlarında çalıştı. Ekonomi Politik, Balkanlar, Rusya, Avrasya ve artık kaçınılmaz hale gelen Türk Dış Politikası üzerine çalışmaktadır. Doğa ile uyumlu yaşamın, emeğin ve özgürlüğün esas olduğunu düşünüyor.