Doğal kaynaklar, tabiatta -insan etkisi olmadan- bulunagelmiş, insanlar tarafından elde edilebilen, birçok ihtiyacın karşılanmasında kullanılan dolayısıyla üretim ve tüketim süreçlerinde yer alan hava, su, toprak, madenler ve canlılar olarak tanımlanmaktadır. Doğal kaynakların insan tarafından üretilmemiş olması nedeniyle üzerinde bir mülkiyet iddiası olamayacağı ve kamuya ait olarak görülmesi gerektiği dile getirilmiştir. Özellikle hava, su ve toprak gibi kaynaklar dünyanın içinde bulunduğu ekolojik kriz nedeniyle ayrıca önem kazanmışlardır. Bu anlamda, genel olarak Askeri Güvenlik ve Ekonomik Güvenlik çerçevesinde ele alınan doğal kaynaklar aynı zamanda bir Ekolojik Güvenlik ve İnsani Güvenlik konusudur.
Doğal kaynakların sahipliği, üretimi ve satışı en azından endüstrileşme devriminden bu yana uluslararası siyasetin önemli rekabet alanlarından biri olmuştur. Bugün de küresel düzeyde kaynakların kontrolü ile işbirliğinin verimliliği arasındaki ikilem uluslararası gündemi meşgul etmektedir. Bu çerçevede, doğal kaynakların belki de her zamankinden daha fazla güvenlikleştirilmesi ve dahası, güvenliğin de ekonomi politikleştirilmesinden bahsetmek mümkün görünüyor. Öte yandan, dünyayı zorlayan ekolojik krizin etkileri arttıkça, doğal kaynaklar, özellikle de giderek yaygınlaşan Gıda Güven(siz)liği bağlamında çok ciddi bir Ekolojik Güvenlik konusuna dönüşmektedir.
Bu çerçevede, küresel üretimde elzemleşen ve kıtlığı çekilen doğal kaynaklar arasında, varlığı sınırsız olarak düşünülen toprak da yer almaktadır. Bu nedenle, tarımda teknolojik yenilikleri arttırarak, azalan toprak-artan nüfus dengesizliğinde gıda güvenliğini sağlayabilmek temel amaç haline gelmeye başlamıştır. Özellikle Singapur ile meşhur olan dikey tarım bu anlamda bir örnek olarak gösterilmektedir. Benzer şekilde, en önemli doğal kaynağın bizzat temiz su olduğunun söylenmesi gerekir. Dünya genelinde su kıtlığı giderek artan vehameti ile en önemli güvenlik sorunlarından birine dönüşmüştür. Bu kapsamda Türkiye de bir taraftan mevcut kişi başına kullanılabilir su miktarı olarak verilen 1.323- 1566 metreküp ile su stresi çeken bir ülke olarak kabul edilmekte, diğer taraftan su kaynakları konusunda ciddi kıtlık çeken ülkelere komşu olarak olası kaynak çatışmalarına yakın durmaktadır.
Şekil I: Kıtalarda kişi başına düşen ortalama su miktarı
Bir yandan, doğal kaynakların varlığı ekonomik büyüme için olumlu görülmektedir. Öte yandan, doğal kaynaklar bir çatışma nedeni olarak da ifade edilmektedir. Hatta, “kaynak laneti” (Dutch disease) diye isimlendirilen bir yaklaşımla, sadece tek bir doğal kaynağa dayalı bir ekonominin, farklı sektörlerin doğal gelişimini bozarak, verimsizlik, otoriterlik, kötü yönetim ve dolayısıyla yoksulluk, azgelişmişlik ve şiddet yarattığı dile getirilmektedir. Bunun dışında da doğal kaynakların çatışma riskini artırdığı çeşitli çalışmalarda ortaya konulmuştur. Doğal kaynaklar ve onların kullanımına dair çatışmalar konusunda özellikle Afrika özelinde Burundi, Güney Sudan, Kenya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Libya, Madagaskar, Moritanya, Nijerya, Ruanda, Senegal, Somali, Sudan, Zimbabve ve Zambiya üzerine çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çerçevede Afrika devletlerinin doğal kaynakların bir çatışma nedeni olmasını engelleyebilmesi için Afrika’da etkin kurumsal yapıların oluşturulması, rant bağımlılığının sona erdirilmesi, doğal kaynaklardan gelen gelir dağılımının daha adil hale getirilmesi önerilmektedir. Gana, Botsvana ve Namibya bu açıdan görece olumlu örnekler olarak gösterilmektedir.
Doğal kaynakların ulusal ve uluslararası yönetimi dünyanın asal sorunlarından birisidir. Avrupa Birliği’nin Sierra Leone’de elmas madenciliği ve Liberya’da ormancılık ile ilgili yaptığı kurumsallaşma ve şeffaflık sağlayan reformların, üretimi arttırarak bu ülkelerin ekonomisine doğrudan olumlu katkı yapmakla beraber, insanî gelişime ciddi bir etkisinin olmadığı saptanmıştır. Hatta ihracat yönelimli bir ekonomide, resmileştirilerek kurumsallaştırmanın toplumdaki dezavantajlı kesimlerin istihdam ve gelire ulaşmasını güçleştirdiği için Ekonomik Güvenlik sorunları yarattığı gözlemlenmiştir. Dolayısıyla, doğal kaynakların yönetimine görece olumlu yaklaşımların da İnsanî Güvenlik konusunda somut katkıları tartışma konusudur. Dahası, literatürde doğal kaynakların da kritik altyapı olarak düşünülmeye başlandığı ve böylece Kritik Altyapı Güvenliği’nin parçası olarak görüldüğü de ifade edilmektedir.
Ana güvenlik sorun ve hedeflerinden biri olarak doğal kaynaklara erişimde ilk akla gelenler hidrokarbon (petrol ve doğal gaz) temelli enerji hammaddeleridir. Fakat son yıllarda küresel rekabetin daha ziyade Nadir Toprak Elementleri (NTE) denilen maddelere yoğunlaştığı da görülmektedir. Bu elementler, aslen miktar olarak az olmamalarına rağmen savunma sanayi de dahil her türlü endüstriyel üretim içim elzem olduklarından nadir olarak adlandırılmaktadırlar. Örneğin bir cep telefonunda sekiz adet nadir toprak elementi bulunmaktadır. Tablo I’de de görülebileceği gibi NTE’nin ilaç, metalurji, enerji ve elektronik gibi asal alanlarda çok önemli işlevleri bulunmaktadır.
Tablo I: Nadir Toprak Elementlerinin Kullanım Alanları
Diğer yandan, 20. yüzyılda modern hayatın temel unsurlarının üretiminde ana hammadde hâline gelene petrolün dünyadaki en büyük rezervi toplamın %20’si gibi yüksek bir payla Venezuela’da iken en büyük petrol üreticisi 2021 itibariyle dünya üretiminin %17’sini gerçekleştiren ABD’dir. Türkiye ise kendi tüketiminin yaklaşık %10’unu üretebilmektedir.
Doğal gaz ise görece daha yenidir ama konutlarda kullanımı hızla artarak insanların gündelik yaşamları için elzem konuma gelmiştir. Şekil II’de görülebileceği gibi doğal gazın dünya genelindeki kullanımında %30 gibi yüksek bir oran konutlara aittir. 2022 yılında en büyük doğal gaz üreticileri ABD, Rusya, İran, Çin ve Kanada’dır. Türkiye doğal gaz kullanımında %99 oranında ithalata bağımlıdır.
Öte yandan güncel dünya ekonomisinde çevresel kirliliğe de yol açan hidrokarbonların kullanım oranını düşürmeyi hedefleyen yeşil dönüşümün ağırlığı gittikçe artmaktadır. Elektrikli araçlar söz konusu dönüşümün önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Bu noktada ise karşımıza elektirikli araç pilleri için elzem olan bir NTE (lityum) çıkmaktadır. Bu çerçevede Çin’in küresel lityum piyasasındaki hâkimiyeti ve elektrikli araç üretimindeki artan ağırlığı Avrupa ve ABD başta olmak üzere pek çok ülke tarafından güvenlik sorunu olarak düşünülmeye başlanmıştır.
Şekil V: Dünya lityum rezervlerinin yüzde ve miktar olarak ülkelere göre dağılımı
Sonuç olarak, hayat için elzem olan ve insan üretimi olmayan doğal kaynaklar giderek artan ölçülerde bir güvenlik konusudur. Hava ve su gibi kadim ve insan etkisi gerektirmeyen kaynaklar da olsa, güncel küresel üretimde ayrıca önem kazanan ve kullanımı insan etkisi gerektiren lityum gibi Nadir Toprak Elementleri de olsa, Askeri Güvenliğe ağırlık veren konvansiyonel güvenlik anlayışından İnsani Güvenliği vurgulayan yeni yaklaşımlara kadar birçok güvenlik alanında asal ögeler olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bu nedenle de hem küresel üretim ve paylaşım tartışmalarının hem de (jeopolitik) rekabet içerisinde yer almaktadırlar.
Dr. İnan Ruma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Akademik derecelerini ODTÜ ve Paris-1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli dönemlerde Bosna Hersek ve Kosova’daki AGİT misyonlarında çalıştı. Ekonomi Politik, Balkanlar, Rusya, Avrasya ve artık kaçınılmaz hale gelen Türk Dış Politikası üzerine çalışmaktadır. Doğa ile uyumlu yaşamın, emeğin ve özgürlüğün esas olduğunu düşünüyor.