Latin Amerika güvenlik sorunları açısından dünyanın en endişe verici bölgelerinden biridir. Bu durum pek çok güvenlik sorununun farklı katmanlar halinde bölgede iç içe geçmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar tarihsel süreç içinde klasik güvenlik unsurları ön planda olmuşsa da, özellikle Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra insan güvenliğine ilişkin meselelerin ağrılık kazandığı görülmektedir.
Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarının hemen ardından ortaya çıkan en önemli sorun bu yeni devletler arasındaki sınır uyuşmazlıkları olmuştur. Ancak bu anlaşmazlıklar devletlerarasında büyük ve uzun savaşlardan çok sınırlı ve ufak çaplı çatışmalara neden oldu. Nitekim bağımsızlıklarını yeni kazanmış bu devletlerin daha büyük savaşlar sürdürebilecek güce sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Soğuk Savaşla birlikte bu durumun değişmeye başladığı, özellikle 1970’lerden itibaren ise bölge ülkeleri arasındaki çatışmaların artarak Latin Amerika güvenlik gündeminin ana maddesini oluşturduğu görülmektedir. Sınır anlaşmazlıklarının yanı sıra bu çatışmalara neden olan temel sorunlar petrol, balıkçılık, nehirlerin kullanımı gibi doğal kaynakların paylaşımıdır. Bununla birlikte çatışmaların bölgede yarattığı istikrarsız ve güvenliksiz yapının temel nedeninin bölge ülkelerine uzun yıllar hakim olan askeri diktatörlükler olduğu düşünülmekteydi. Buradan yola çıkarak demokratik barış teorisi uyarınca (Bkz. Barış) bu devletlerin istikrarlı demokrasilere sahip olmalarıyla kendi aralarındaki savaş ve çatışmaların, dolayısıyla da genel olarak bölgedeki güvenlik sorunlarının sona ereceği var sayılıyordu. Ancak burada göz ardı edilen mesele özellikle Soğuk Savaş boyunca sıkça karşılaşılan askeri darbeler sonucu ortaya çıkan söz konusu diktatörlüklerin bu ülkelerin kendi iç dinamiklerinin sonucu olmaktan çok, yabancı devletler tarafından desteklendikleri ve yönlendirildikleriydi. Bu anlamda Latin Amerika’da güvenlik sorunlarının ABD’den bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değildir. ABD tarihsel olarak bölgeyi kendi arka bahçesi olarak görmüş, özellikle Soğuk Savaş boyunca bölgedeki dengelerin kendi güvenliğini tehdit edebilme ihtimali doğrultusunda bölgeye sürekli müdahale etmiştir. Askeri güç dâhil pek çok biçimde ya doğrudan ya da dolaylı olarak bölgedeki siyasi olayları etkilemiş ve değiştirmiştir. Bu nedenle bölge ülkeleri açısından ABD her zaman dikkate alınması gereken bir güvenlik unsuru olmuştur.
Benzer bir biçimde özellikle ekonomik bağlar üzerinden bölgesel bütünleşmeye gidilmesinin bölgedeki güvenlik sorunlarının çözümüne katkıda bulunması da beklenmiştir. Karşılıklı ekonomik bağımlılığın bölge ülkeleri arasındaki çatışma dinamiklerinin ortadan kakması ve böylece bölgesel barış ve istikrarla birlikte güvenliği de arttıracağı düşünülmüştür. Bu bağlamda ekonomik geri kalmışlık da bölgedeki güvenlik sorunlarının temel nedenlerinden biri olarak değerlendirilmiş ve ekonomik kalkınmanın bu sorunların ortadan kalkmasını sağlayacağı öne sürülmüştür. Farklı ekonomik kalkınma modelleri bölge ülkelerine çözüm önerileri olarak sunulmuş, bunların uygulanmasıyla yalnızca ekonomik sorunların değil, demokrasi ve insan hakları gibi siyasal ve toplumsal sorunların da sona ereceği beklenmiştir. Bütün bunların sonucu olarak ise gerek ülkeler bazında gerek bölgesel olarak güvenliğin de tesis edileceği öne sürülmüştür.
Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bölgedeki uluslararası çatışmalar büyük ölçüde sona ererek güvenlik tehdidi olmaktan çıktı. Bu dönemde özellikle Arjantin ve Brezilya arasındaki yakınlaşmadan da yola çıkarak devletlerarası anlaşmazlıkların çatışmasız çözümü yönündeki arayışlar bölgeye hakim olmaya başladı. Buna karşılık bu defa bölgede farklı tehdit ve tehlike dinamikleri güvenliğin, özellikle de insan ve toplum güvenliğinin önünde ciddi engeller oluşturmaya başladı. Bunların en başında, sayıları ve faaliyetleri artan suç kartelleri gelmektedir. Uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, yasadışı silahlanmanın artışı gibi faaliyetler ve bunlarla ilişkili cinayetler bölgenin güvenlik gündeminin neredeyse tamamen dönüşmesine neden olmuştur. Dünyada cinayete bağlı ölümlerin en yüksek olduğu bölgenin Latin Amerika olması bu dönüşümün en çarpıcı göstergelerindendir. Latin Amerika’da her şeyden önce insanların can güvenliği bulunmamaktadır.
Söz konusu suç örgütlerinin faaliyetleri kimi zaman yerel düzeyde olmakla birlikte çoğunlukla ulusaşırı niteliktedir ve bu ulusaşırılık yalnızca Latin Amerika bölgesiyle sınırlı kalmamaktadır. Özellikle uyuşturucu kaçakçılığının ortaya çıkardığı tehdit, sorunu bir uluslararası güvenlik maddesi haline getirmektedir. Uyuşturucunun satıldığı ülkeler Latin Amerika hükümetlerinin bu soruna ilişkin önlem almasını beklemektedir. Ancak Latin Amerika’nın zayıf hükümetlerinin bu örgütlerle mücadelede yeterince etkili olamamaları, hatta bunun ötesinde bu suç yapılarıyla iç içe geçmeleri durumu daha da endişe verici hale getirmektedir. Üstelik bölge genelinde uyuşturucu kullanım oranlarının yüksekliği de sorunun boyutlarını genişletmektedir. Çünkü böylece insan güvenliğine ilişkin başka sorunlar da devreye girmeye başlamaktadır. Bunlardan biri aynı suç örgütleri üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı yanında insan kaçakçılığının da önemli ölçüde artmış olmasıdır. Her yıl yüzbinlerce insan uyuşturucu ve cinayetler dışında insan kaçakçılığının da kurbanı olmaktadır. Üstelik Latin Amerika halkları çok küçük yaşlardan itibaren bu suç unsurlarının tehdidinin etkilerini yaşamaktadır.
Her ne kadar suç unsurlarının gölgesinde kalsa da bölgedeki bir diğer önemli güvenlik unsuru insanların ekonomik güvencelerinin olmaması ve nüfusun büyük bir çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmasıdır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve işsizlik oranlarının yüksekliği temel besin maddelerine ulaşımı bile oldukça güç hale getirmektedir. Dolayısıyla bölgede her şeyden önce gıda güvenliği bile bulunmamaktadır. Bu durum bölgedeki yaygın yoksullukla birleştiğinde sağlık konusunda güvencenin olmadığı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu yapı suç örgütlerinin dayanak ve kaynaklarının en önemlisidir. Mevcut ekonomik koşullar içinde yaşamlarını idame ettiremeyen insanlar çözümü bu örgütlere katılmakta ya da onlardan yardım almakta bulmaktadır. Bu da onları çok daha büyük bir güvenlik sorununun içine itmektedir. Ayrıca bütün bu unsurların bir arada bulunması insanları ülkelerini terk etmeye yönlendirdiğinden göç ve yerinden edilme de bölgede önemli bir sorun haline gelmiştir.
Bölgedeki bütün güvenlik unsurları bir arada düşünüldüğünde Latin Amerika’nın güvenlik konusunda ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Her ne kadar bu sorunlar yerel ya da bölgesel gibi görünse de özellikle suç örgütleri ve göç gibi unsurlar Latin Amerika’nın güvenlik sorunlarının uluslararasılaşmasına da neden olmaktadır. Bu sorunların çözümü için halk desteğine sahip güçlü hükümetlerin varlığı önem taşımaktadır. Ancak dış müdahalelerin de etkisiyle bölge tarihinin bir parçası haline gelen askeri darbeler ve diktatörlükleriyle Latin Amerika ülkeleri bu konuda yolun oldukça başındadır.
Okuma Önerileri:
Kitap: Lars Schoultz, National Security and United States Policy toward Latin America, Princeton, Princeton University Press, 2014.
Kitap: Miguel Angel Centeno, Blood and debt: War and the nation-state in Latin America, Pennsylvania, Penn State Press, 2002.
Makale: Andrew Hurrell, “Security in Latin America”, International Affairs, Cilt 74, No. 3, 1998, s. 529-546.
Makale: Ursula Oswald Spring, “Latin Amerika’da Barış Üzerine Doğulu, Avrupalı ve Yerli Düşünce”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, No. 18, Yaz 2008, s. 49-57.
İzleme Önerileri:
Film: The Official Story, 1985.
Film: No, 2012.
Film: State of Siege(Sıkıyönetim), 1972.
Film: Under Fire (Ateş Altında), 1983.
Film: Rain Over Santiago, 1975.
Film: The House of the Spirits, 1993.
Film: City of God,2002.
Film: The Motorcycle Diaries, 2004.
İnternet sayfaları
United Nations The Economic Commission for Latin America, 2020 https://www.cepal.org/en, (Erişim Tarihi: 29 Kasım 2020).
Doç. Dr. Fulya Aksu, İstanbul Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktora derecesini 2011 yılında Ankara Üniversitesi’nden ‘Dış Politika ve Kimlik: İnşacı Perspektiften Türk Dış Politikasının Analizi’ başlıklı teziyle alan Aksu’nun akademik ilgi ve çalışma alanları, uluslararası ilişkiler teorileri, savaş ve güvenlik çalışmaları ile Türk dış politikasıdır. Doç. Dr. Aksu’nun bu alanlarda, aralarında ‘The Transatlantic Link in Turkey’s Middle Power Identity’, ‘İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş’, ‘Türkiye’de Güvenlik: Algı, Politika, Yapı’, ‘NATO’nun Stratejik Konseptleri’ başlıklı çalışmaları bulunan birçok yayını mevcuttur.