Balkanlar’da bal da akar kan da, tipik deyişi bir Amerikan filminin adına bile ilham kaynağı olacak kadar yaygınlaştı 1990’larda, çünkü Avrupa kıtasında İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanmamış bir kan banyosuna maruz kaldı eski Yugoslavya’nın yurttaşları. 1991’de Hırvatistan’da başlayan savaş 1999’da NATO’nun Kosova bombardımanı ile sona erdi, ama Balkanlar’da yaşayan insanların hayatını sürdürmesini zorlaştıran çok yönlü güvenlik tehditleri devam etti. Bu ansiklopedide bahsedilen hibrit savaştan gıda güvenliğine, organize suçlardan ekonomik güvenliğe her türlü güvenlik tehdidi Balkanlar’da hâlâ yıkıcı sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir.
Balkanlar’da son otuz yıl hazin bir yıkımın öyküsüdür. Komünist parti yönetimleri sonrası çok partili demokrasiye ve serbest piyasa ekonomisine geçiş oldukça sorunlu geçti. Yugoslavya’nın insan havsalasını zorlayan ölçülerde kanlı dağılması ile bölge 1990’larda etnik temizlik denen kitlesel katliamlar, can havlinde mülteciler ve yanan köyler hatta şehirlerle hafızalara kazındı. 2001’de Makedonya’da çatışmaların çıkar çıkmaz sonlandırılmasının ardından 21.Yüzyıl’da geçen 20 senede silahlı çatışma olmadı. Bölge barış ve refah anlamına gelen Avrupa Birliği ve NATO üyeliği yoluna girmişti. 2000’lerde kısa süren bu umut da 2008 sonrasındaki küresel kriz ortamında zayıfladı. İnsanların yaşam mücadelesinde ekonomik, ekolojik ve insani güvenlik tehditleri artarak devam etti.
1912-13 Balkan Savaşları’ndan beri tipik güvenlik ikilemi örneklerinden biri olarak gösterilen Balkanlar üzerine değişen güç dengeleri ve sonuçları düzenli olarak çalışılmıştır. Balkan devletleri küçük, birçok yer gibi geç sanayileşmiş ve eğitimsiz kırsal nüfus ağırlıklı, büyük güçlere coğrafi olarak yakın dolayısıyla onların toprak rekabeti ve güç mücadelelerine maruz, ulusal birliği zayıf ülkeler olarak dünyaya geldiler. Bu halleriyle de kendilerini hep güvensiz hissettiler ve güvenlik ihtiyaçları için genelde dış destek arayışında oldular. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile Soğuk Savaş’ın etkilerini hep yakıcı şekilde hissettiler. Soğuk Savaş’ın bitişiyle 1990’lara gelindiğinde ise, sıra dünya düzeninin değişimindeki geçiş sürecinin sıkıntılarına gelmiş oldu.
Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’nin yaklaşık on yılda bir yapılan (1963, 1974) düzenli anayasa reformlarının sonuncusu çok partili demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemine denk geldi ve tamamlanamadı. Tek parti yönetiminin organlarına cumhuriyetler ve özerk bölgeler düzeyinde hakim olan milliyetçilerin uzlaşmazlığı ve çatışması ülkenin dağılmasına yol açtı. Bu kanlı dağılmanın en çetrefil, kanlı ve kahredici safhası ise en büyük nüfus Müslüman Boşnaklar olmasına rağmen hiçbir etnik grubun çoğunluk olmadığı kadar çok kültürlü Bosna-Hersek’te meydana geldi.
1992’de Bosna-Hersek bağımsız bir devlet olarak tanınmasının hemen ardından Sırp ve Hırvat milliyetçileri tarafından saldırıya uğramış ve askeri gücü zayıf olan Bosna-Hersek devleti bu saldırıya mukabele etmekte yetersiz kalmıştı. Sivillere saldırının delirtici bir rutin hale gelmesi büyük bir uluslararası tepki yaratmıştı. 1984 yılında Kış Olimpiyatları’nın düzenlendiği yani olimpik kent olan Saraybosna, 5 Nisan 1992-29 Şubat 1996 arasında bin günden fazla kuşatma altında kaldı. Bu kuşatma altında hayatı sanat ve spor dahil her yönüyle sürdürmeye çalışan Saraybosnalılar kritik altyapı güvenliği konusunda hayranlık uyandırıcı bir direniş sürdürdüler.
Savaştan önce nüfusu kabaca 4,5 milyon olan ülkede yüz binden fazla insan hayatını kaybetti, sadece Saraybosna’da on binden fazla. Katliamların sonucu toplu mezarların açılması ve cenazelerin tanımlanması süreci hâlâ devam etmektedir. 11-12 Temmuz 1995’te Srebrenica’da yedi binden fazla erkek ve erkek çocuğun Sırp milliyetçi güçlerce bir seferde katledilmesi uluslararası savaş suçları mahkemesi tarafından soykırım olarak tanımlandı ve soykırımın bireysel suç olarak görüldüğü davaların sonucunda fâillerin bir kısmı hüküm giydiler. Srebrenica soykırımının doğurduğu dev uluslararası tepki sonucunda savaşın sonunu NATO önderliğindeki bir uluslararası müdahale getirmişti ve ülkede bir uluslararası yönetim kurulmuştu. Sonuçta, hem devletler arası, hem devlet içi çatışmanın hem de uluslararası askeri müdahale örneği oldu o küçük ve güzel Bosna-Hersek. Uluslararası müdahale ve yönetim ülkenin toprak bütünlüğünü korudu ama egemenliğini zedeledi ve en nihayet toplumsal birlik savaşın bitişinden 25 sen sonra bile hâlâ sağlanamadı. Genelde eş anlamlıymış gibi kullanılan toprak bütünlüğü, egemenlik ve birlik kavramlarının aynı olmadığı ve birbirlerine zarar verebildiğinin örneği oldu tüm acılarıyla Bosna-Hersek.
Kosova da tipik bir kendi kaderini tayin hakkı veya ayrılıkçılık tartışmaları örneği olageldi. Balkan Savaşları sonrasında Sırbistan’da kalmış, Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti içinde giderek gelişen bir özerklik sahibi olmuş (özellikle 1974 Anayasası ile) bu bölge 1989’da Sırp milliyetçilerinin ele geçirdiği (Yugoslavya içinde) Sırbistan devlet aygıtının özerkliğini kaldırması sonucunda bir çatışma alanı olmuştur. Yugoslavya dağılırken bağımsızlık ilan etmiş, cumhuriyet statüsünde olmadığı için tanınmamış, çatışmaların artması üzerine 1999’da NATO müdahalesi ile Sırbistan çekilmek zorunda kalmıştır. 2008’de yeniden bağımsızlık ilan etmiştir ve hâlihazırda 114 ülke tarafından tanınmaktadır. Sırbistan’dan bağımsızlık sağlanmış, ama egemenlik sağlanamamıştır. Tanınma sorunun da etkisiyle, devlet kapasitesi ve kamu düzeni ciddi bir zaaf gösterdiği iletilmektedir. Kosova’nın bağımsızlığının tanınması ve etkin bir devlet kapasitesi kurulması sorunsalı birçok açıdan bir güvenlik tehdidi olmaya devam etmektedir.
Özellikle Bosna-Hersek ve Kosova’daki çatışmalar Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa güvenliğine oluşturduğu tehdit nedeniyle dünya düzenini zorlayan vakalar olarak tarihe geçti. Bu da uluslararası müdahaleyi davet etti. Sonucunda, bireylerin ve grupların köy veya kentte yaşadıkları hayati tehlikelerin ele alınması uluslararası-kıta-bölge-grup-birey hiyerarşisinde tezahür etti. Zaten insani müdahale başlığı ve dolayısıyla tartışmaları ile yapılan bu uluslararası müdahaleler insani güvenlik tartışmalarını besledi. Hatta günümüzde muhafazakâr iktidar ve malum eseri Brexit ile bilinen Britanya’da İşçi Partisi umut veren yeni sol adı altında ve vaatkâr Tony Blair liderliğinde iktidardayken bu sorunlara atıfla da etik dış politika söylemini kullanmıştı.
Uluslararası işbölümünün sonucu olarak Balkanlar Avrupa Birliği’nin en büyük dış etkinliği oldu. Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinin barış ve demokrasi yönünde dönüştürücü etkisi sıklıkla zikredildi. Küresel krizin Avrupa’daki yansımalarının da etkisiyle geciktikçe etkisi azımsanan Avrupa genişlemesi hâlâ en önemli güvenlik sağlayıcı uluslararası süreç olarak görülmektedir. AB’nin özellikle önemsediği konular da savaşların sona ermesinden sonra önem kazanan organize suçlar ve daha sonra da terörizm olageldi. Terörizm kavramı Balkan devletlerinin Avusturya-Macaristan ve Osmanlı gibi çokuluslu imparatorluklardan bağımsızlık mücadelesinde uygulanan çete savaşlarına kadar götürülmektedir. Bu bağımsızlıklar sonrasında da örneğin Yugoslavya kurulduğunda, 1934’te kral Alexander Fransa ziyaretindeyken milliyetçiler tarafından suikasta uğramış ve o esnada yanında bulunmakta olan Fransız dışişleri bakanı Louis Barthou ile beraber öldürülmüştür. İmparatorlukların sona ermesi Balkanlar’da devletler arasında veya içinde şiddeti sona erdirmemişti nitekim. Avrupa’da güncel terörizm tartışmaları daha ziyade köktendinci şiddet özellikle de “Cihadist” denilen gruplar üzerine olduğundan, bu grupların Balkanlar’daki Müslümanlar özelinde örgütlenmeleri ve eylemleri araştırma ve tartışma konusu olmuştur. Ciddi bir oranda olduklarına dair bir bulgu kaydedilmedi.
NATO genişlemesi de Balkanlar’da durakladı. Sovyetler Birliği’nin ardılı Rusya Federasyonu üzerine odaklanmak Doğu Avrupa’ya hızlı bir genişleme yarattı ve Balkanlar çatışmaya rağmen geri planda kaldı. NATO için yeni güvenlik tehditlerinin devlet düzeyinde ve konvansiyonel savaş olmadığı söylense de, bu yeni tehditlerin cirit attığı Balkanlar ilgi çekemedi. Kadim üyeler Türkiye ve Yunanistan’a ek olarak Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan, (Kuzey) Makedonya üyedir.
Balkanlar her zaman Avrupa güvenliği için asal olmuştur. Temel (dar bakışlı) jeopolitik açısından da bakılsa, daha geniş çaplı insani güvenlik açısından da bakılsa, durum bu olagelmiştir. Güvenlik risk ve tehditleri hâlâ sürmekte olan etnik sorunlar, yakın geçmişte yaşanan şiddetin bir türlü giderilemeyen izleri, kamu düzeninin zayıflığı yani devlet kapasitesi sorunu, organize suçlar, terörizm, göç, yoksulluk ve hava kirliliği olarak söylenebilir. Priştine, Zagreb, Saraybosna, Sofya ve Belgrad dünyanın havası en kirli 15 kenti arasındadır. Yani olanca yeşilliğine rağmen dünyanın havası en kirli 15 kentinin içte biri Balkanlar’daki beş başkenttir.
Bu ansiklopedide bahsedilen her türlü güvenlik tehdidi Balkanlar’da hâlâ yıkıcı sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir. Ekonomik güvenlik sorunları yoksulluk yaratmakta; yoksulluk toplumsal gerilimlerin, organize suçun, terörizmin ve göçün kaynağı olmakta; Ekolojik güvenlik sorunları Sağlık güvenliği risklerini tetikleyerek halk sağlığını tehdit ediyor. Sonucunda başarabilen herkes memleketini terk ediyor. Göç yoluyla gençliğini yani geleceğini kaybetmek Balkanlar’da en önemli tehdit olarak görünmektedir.
Dr. İnan Ruma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Akademik derecelerini ODTÜ ve Paris-1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli dönemlerde Bosna Hersek ve Kosova’daki AGİT misyonlarında çalıştı. Ekonomi Politik, Balkanlar, Rusya, Avrasya ve artık kaçınılmaz hale gelen Türk Dış Politikası üzerine çalışmaktadır. Doğa ile uyumlu yaşamın, emeğin ve özgürlüğün esas olduğunu düşünüyor.