Hibrit savaş; konvansiyonel, gayrinizami, politik ve siber savaş yöntemlerinin, dezenformansyon kampanyası, hukuki savaş (Lawfare), diplomasi, kamu diplomasisi, propaganda, sivil itaatsizlik, provokasyon, suikast, seçim süreçlerine müdahale ve sahte haber (Fake News) gibi yöntemlerle harmanlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Kavramın kendisi gibi onu kullanan aktörler de terör örgütlerinden ulus-devletlere, çok uluslu şirketler ve uluslararası örgütlere değişik tipte karşımıza çıkabilir, hatta bunların bir kombinasyonu da olması mümkündür.
Tarihsel olarak savaşın evrimi, 19. yüzyıldan günümüze ilginç bir dönüşüme işaret eder: Şiddet kullanımı, 19. yüzyılın başından 20. yüzyılın ortalarına dek büyük ölçüde ulus-devletlerin tekelinde kalmış; paralı askerler, milis güçleri, gerilla savaşı ve terörizm varlığını sürdürse de başat aktör olan ulus-devletler kendi aralarında temel sorunlarını konvansiyonel savaş ya da diplomasi yoluyla çözmüşlerdir. Bu durum, Carl von Clausewitz’in ünlü tanımı çerçevesinde “devlet siyasetinin başka araçlarla devamı” olan savaş ile diplomasi gibi şiddet içermeyen yöntemlerin kullanıldığı barış hali arasında belirgin sınırlar oluşmasına yol açmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise bu tablo değişmeye başlamıştır.
Modern savaşın doğasındaki değişimin birinci nedeni, nükleer silahlanma sonucu oluşan dehşet dengesi çerçevesinde süper güçler arasında konvansiyonel savaşın imkansız hale gelmesi, bunun yerini Soğuk Savaş boyunca devam eden vekalet savaşlarının almasıdır. Süper güçlerin varlığı ve sahip oldukları askeri kabiliyetler, diğer devletlerin büyük kısmı için ulusal savunmayı tek başlarına altından kalkamayacakları kadar büyük bir yük haline getirmiştir. Bu nedenle, süper güçlerden algıladıkları tehditleri dengelemek için ya bağlantısızlar hareketine katılmış, ya da iki süper güçten birinin arkasına eklemlenmişlerdir. Bu durum, askeri güç kullanan aktörler olarak kolektif savunma örgütlerinin ortaya çıkmasına ve bu örgütlerin giderek üye ulus-devletlerin ulusal güvenlik politikalarını, askeri strateji ve seçeneklerini belirler hale gelmelerine yol açmıştır.
İkinci neden, dekolonizasyon sürecinde sömürgeci güçlere karşı savaşan ulusal bağımsızlık hareketleri, ya da sosyalist devrimci güçlerin oluşturdukları devlet-altı silahlı güçlerdir. Bu güçler gerilla orduları ya da terör örgütleri şeklinde örgütlenirken, “birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısıdır” düsturu çerçevesinde ulus-devletler tarafından değişik biçimlerde tanımlanmışlardır.
Üçüncü neden, siyasal amaçları gerçekleştirmek için şiddet içeren ve içermeyen araçların kullanımındaki çeşitlenmedir: Sovyetler Birliği’nin liderliğini yaptığı uluslararası komünist hareketin siyasal propaganda, ajitasyon ve provokasyon gibi yöntemleri yaygınlaştırması; Hindistan bağımsızlığının önderi Mahatma Gandi’nin başını çektiği pasif direniş yöntemi; ABD’de Sivil Haklar Hareketi, Savaş Karşıtı Hareket ve ’68 kuşağının radikal toplumsal ve siyasal değişim talepleri çerçevesinde örgütlenen toplumsal oluşumların benimsedikleri sivil itaatsizlik yöntemleri, bu çeşitlenmenin başlıca kollarını oluşturmuştur. ABD liderliğindeki Batı ittifakı komünizmin yayılmasına, yerleşik düzenden çıkar sağlayan büyük sermaye grupları başta olmak üzere “müesses nizam” güçleri ise radikal toplumsal değişim taleplerine karşı benzer araçlar kullanmışlardır. Bunun sonucu olarak, özel harp, istihbarat, psikolojik savaş, kamu diplomasisi ve kurumsal halkla ilişkiler yöntemleri, radikal değişim taleplerinin bastırılarak kurulu düzenin savunulması için kullanılmıştır. Daha sonra hibrit savaşın karakteristik bir özelliği haline gelen devlet ve devlet-altı aktörlerin birbirine karışması, suç örgütlerine özgü taktiklerle gayrinizami harp yöntemlerinin ve politik savaşın harmanlanması, bu dönemde başlar.
Dördüncü neden, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletlerin kurucu anlaşmasında öngörülen kolektif güvenlik rolünü oynayabilmesi için, kuruluşun ikinci Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld tarafından ortaya atılan Barışı Koruma güçleri sayesinde uluslararası örgütler eliyle askeri güç kullanımının yaygınlaşmasıdır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle BM Güvenlik Konseyi (BMGK) içindeki ideolojik bölünmenin de ortadan kalkması, özellikle 1990’lar boyunca BMGK kararlarına dayanan barışı koruma ve barışı tesis operasyonlarının sayısında artışa yol açmıştır. Bu da uluslararası örgütlerin askeri güç kullanımı tekelini ulus-devletlerle paylaşan bir diğer aktör olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.
1970’lerden itibaren hız kazanan küreselleşme, büyük ekonomik kaynaklara sahip ve dolayısıyla siyasi ve askeri etkinliği ulus-devletlerle boy ölçüşen çok-uluslu şirketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu şirketler, özellikle devlet kapasitesinin daha düşük olduğu Üçüncü Dünyada yerel milis grupları veya paralı askerler yoluyla ekonomik ve siyasi nüfuz sahibi olmaya çalışırken, bunu yapamadıkları gelişmiş ülkelerde ise medya manipülasyonu, lobicilik, yolsuzluk, hukuk savaşı ve seçim süreçlerine müdahale gibi yöntemler kullanmışlardır. Bu da hem şiddet içeren ve içermeyen siyasal mücadele yöntemleri arasındaki sınırın belirsizleşmesine hem de şiddet tekelinin ulus-devletin elinden çıkmasına katkı sağlamıştır.
Hibrit savaşın bir diğer önemli unsuru olan sanal savaş yöntemleri ise Soğuk Savaşın son yıllarında ortaya çıkmaya başlamış, ancak esas etkisini 21. yüzyılın başından itibaren göstermiştir. Özellikle web 2.0’ın ortaya çıkması ile birlikte sosyal medya ve sosyal ağların gelişmesi, 1960’ların yukarıda özetlediğimiz şiddet içermeyen mücadele yöntemlerinin yepyeni bir alanda, yani internette kullanımına olanak sağlamıştır.
Günümüzde savaşın karakteri hızla değişmekte, devlet ve devlet dışı aktörler tek başlarına veya gruplaşarak şiddet eşiğinin altındaki veya üstündeki araçların kombinasyonlarını kullanmak suretiyle siyasal amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu duruma kısaca, hibrit savaş adı verilmektedir. ABD ve batılı ülkeler hibrit savaşın temel uygulayıcısı olarak Rusya ve Çin’i işaret ederken, Rusya ve Çin ise ABD ve müttefiklerini göstermektedir. Gerçek şudur ki her iki taraf da hibrit savaş yöntemlerini Renkli Devrimlerden Arap Baharına, Suriye’den Ukrayna ve Eski Sovyet coğrafyasının diğer dondurulmuş çatışmalarına, kaynak paylaşımının kızıştığı Doğu Akdeniz’den Afrika’ya değişik konu ve mekanlarda kullanmaktadır.
Makale: Ali Nedim Karabulut, “Eski Savaş, Yeni Strateji: Rusya’nın Yirmibirinci Yüzyıldaki Hibrit Savaş Doktrini ve Ukrayna Krizi’ndeki Uygulaması”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 13, No 49, 2016, s. 25-42.
Makale: Yusuf Özer, “Savaşın Değişen Karakteri: Teori ve Uygulamada Hibrit Savaş”, Güvenlik Bilimleri Dergisi, Mayıs 2018, Cilt 7, No 1, s. 29-56.
İzleme Önerileri
Konuşma: Jeremy Waldron: Asymmetric Warfare-Keynote Speech to a Symposium, Harvard University, 7 Nisan 2015, https://www.youtube.com/watch?v=jJayRGC0ynk (Erişim Tarihi: 19 Kasım 2020).
Konuşma: General James Mattis: Irregular Warfare, Hybrid Threats, and the Future Role of Ground Forces: Keynote, Center for Strategic and International Studies, Haziran 2014, https://www.youtube.com/watch?v=E1ZM3CfWh1I (Erişim Tarihi: 19 Kasım 2020).
Dinleme Önerileri Podcast: “Hybrid Wars”, United Nations University Center for Policy Research, https://cpr.unu.edu/hybridwars.html (Erişim Tarihi: 19 Kasım 2020).
Mehmet Ali Tuğtan
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, 2008 yılından bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktora derecesini 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi programından almıştır. Uzmanlık alanları Türk-Amerikan İlişkileri, Güncel Dünya Politikası ve Güvenlik çalışmalarıdır.