Uluslararası İlişkiler (Uİ) ve herhangi bir alt çalışma alanını bir kırılma noktası olarak eleştirel dönüşümden söz ederek açıklamak artık neredeyse genel eğilim haline gelmiştir. 1980’lerin sonunda başlayan, ancak esas olarak 1990’lardan itibaren kendisini disiplinde hissettiren bu ‘eleştirel dönüşüm’ün Eleştirel Sosyal Teorinin disipline aktarılması, bunun sonucunda da eleştirel etiketli uluslararası ilişkiler yaklaşımlarının ortaya çıkması şeklinde açıklanması mümkünse de bu tam ve kapsayıcı bir tanımlama değildir. Çünkü tek ve bütünlüklü bir eleştirel uluslararası ilişkiler teorisinden söz edemeyeceğimiz gibi Uİ’nin alt çalışma alanlarından birisi olarak tek ve bütünlüklü bir eleştirel güvenlik yaklaşımından da söz etmek olanaklı değildir. Bu şekilde eleştirel uluslararası ilişkiler denildiğinde bazı ortak paydalara sahip bir yaklaşımlar dizisinden söz edildiği düşünülebilir. Benzer bir durum güvenlik çalışmaları söz konusu olduğunda da karşımıza çıkmaktadır; farklı şekillerde kategorize edilebilecek, farklı, ama tümünü eleştirel şemsiyesi altında toplayabileceğimiz ortak yönlere sahip yaklaşımlar dizisi. Eleştirel güvenliğin ne olduğunu anlayabilmek için öncelikle güvenliği eleştirel çerçeveden ele alan yaklaşımları tespit etmek gerekir. Bu kapsamda eleştirel güvenlik çalışmalarının altında toplanan yaklaşımların ilk olarak büyük harfle yazılan Eleştirel Güvenlik Çalışmaları (EGT) ve küçük harfle yazılan eleştirel güvenlik çalışmaları olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir.
EGT, kökleri Frankfurt Okulu’na dayanan Eleştirel Sosyal Teorinin doğrudan güvenlik çalışmaları alanına uyarlanmasıdır. Öte yandan eleştirel güvenlik çalışmaları, büyük harfli Eleştirel Teorinin ortaya koyduğu epistemolojik ayrım üzerine oturmakla birlikte onun uyarlanması olarak görülemez. Bir diğer açıdan EGT’nin, açık bir özgürleştirici (emancipatory) hedefi varken, eleştirel güvenlik teorileri amaçları bağlamında daha fazla çeşitlilik göstermektedir.
Esasında Eleştirel Teoriyi güvenlik çalışmalarına uyarlayan ve kurucusu Ken Booth’un EGT olarak adlandırdığı tek bir yaklaşım söz konusudur, bunun dışında kalanlar eleştirel güvenlik yaklaşımları başlığı altında toplanabilir. Daha yakın zamanlarda ortaya çıkan ve eleştirel güvenlik çalışmalarını düşünce okulları olarak kategorize etmeye yönelik eğilim, Eleştirel ile eleştirel arasındaki ayrışmayı daha anlaşılır kılmıştır. Bu çerçevede Booth’un bir eleştirel güvenlik projesi olarak başlattığı ve Eleştirel Güvenlik Teorisi olarak adlandırdığı yaklaşım Welsh Okulu (Aberystwyth diyenler de vardır) olarak anılırken, diğerleri Kopenhag Okulu ve Paris Okulu olarak sıralanabilir.
Tüm farklılıklarına karşın eleştirel güvenlik yaklaşımları mevcut düzeni ve bu düzeni oluşturan güç yapılanmasının bizatihi kendisini, içerdiği tahakküm yapılarını ortaya çıkarmak üzere sorgulaması açısından, yani mevcut düzenin kendisini sorunsallaştırmada ortaktır. Bu açıdan eleştirel güvenlik yaklaşımlarına göre en başta geleneksel/ana akım güvenlik kavramsallaştırmasının kendisi sorunludur. Güvenliğe bu şekilde ‘eleştirel’ yaklaşmak, güvenlik çalışmaları alanında yaşanan derinleşme ve genişleme bağlamındaki dönüşümün de sebebidir. Güvenliğin referans nesnesinin devletten birey ve topluma kayması bağlamında derinleşme ve güvenliğin askeri olmayan boyutlarının da çalışma alanına dahil edilmesi anlamında genişleme eleştirel güvenlik yaklaşımlarının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla tüm eleştirel güvenlik yaklaşımlarını ana akım yaklaşımlardan ayıran unsur “güvenlik nedir, kimin için güvenlik ve güvenlik nasıl çalışılmalıdır” sorularıdır. Eleştirel güvenlik yaklaşımları alana yönelik sordukları bu sorularda birleşseler de yanıtlarında ayrışmaktadırlar. Bu nedenle eleştirel güvenlik nedir sorusunu yanıtlamak için anılan yaklaşımların izinden gidilmesi gerekir. Bu bağlamda kendisini doğrudan Frankfurt Okulu ile tanımlayan EGT’nin savları yol gösterici olacaktır.
Ken Booth ve Richard Wyn Johns’un öncüsü olduğu EGT’nin (Welsh Okulu) en temel hedefi, grup veya birey olarak insanları yapmak istediklerini özgürce yapmalarının önündeki fiziki ve insani sınırlamalardan kurtarmak olarak ifade edilmektedir. Bunu gerçekleştirmek için de güvenlik kavramını siyasallaştırarak güvenliğe hakim yapıların, ideoloji ve kurumların yerleşmiş anlayışlarının dışından bakmak ve kavramı yeniden inşa etmek gerekir. Buradaki temel iddia, güvenliğin ya da esasen güvensizliğin mevcut sosyo-politik yapılara içkin olduğu, dışarıda aranmaması gerektiğidir. Bu kapsamda örneğin, terörizm, yoksulluk, çevre sorunları ve dolayısıyla yaşamsal kaynaklara ulaşamama gibi güvenlik tehditleri hem birbirleriyle ilintili hem de kaynağı içeride aranması gereken sorunlardır. Bu bakış açısı, Welsh Okulunun kendisini diğer eleştirel yaklaşımlardan ayıran ve Frankfurt Okulu’na yaklaştıran özgürleştirme hedefini açıkça ortaya koymaktadır. Daha geniş bağlamda güvenlikle özgürleşme birbirine bağlı aynı madalyonun iki yüzü olarak düşünülür, biri yoksa diğeri de olamayacaktır (Booth, 1991: 319). Diğer yandan bu şekilde bir yaklaşım, bireyin bu tür güvensizliklerden kurtarılması için güvenliğin referansının devlet değil, birey olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla yaklaşım devleti bireylerin güvenliğinin karşısında konumlandırmış olmaktadır. Devletler güvenliğin referans nesnesi olamazlar çünkü devletler bireylerin güvenlikleri için ancak bir araç olabilirler, nihai amaç bireylerin güvenliği olmalıdır. Devletin güvenliğinin öncelenmesi, devletin güvende hissetmesi pahasına bireylerin güvensizleştirilmesini getirir ki geleneksel, devlet-merkezci güvenlik teorilerinin yaptığı da esasen budur.
EGT’nin özgürleştirme hedefine içkin bir anlayış da bireylerin güvenliğinin birbirine bağlı olması, birileri özgür değilken diğerlerinin de aslında olamayacağı bir karşılıklılık gerektirmesidir. Bu şekilde EGT, insanı merkeze alan ama küresele ulaşan bir özgürleşim hedefleyen normatif bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Jones’un kendi sözleriyle EGT, uluslararası politikada “sesleri duyulmayanlar, görülmeyenler ve güçsüzler” içindir (Jones, 1999: 159). EGT farklılıklar yerine eşitliğin öncelikli olması gerektiğini vurgulamaktadır. Mevcut biz ve onlar kavramsallaştırmalarına dayalı kimlik politikalarının devlet-merkezli bakış açısıyla güçlendiğini, dolayısıyla biz ve onlar arasındaki engelleri kaldıran, küresel bir etik anlayışına dayanan küresel bir topluluk, küresel bir biz inşa edilmesi özgürleşmenin de anahtarı olacaktır.
EGT’nin en özgün iddiası olan özgürleşim aslında diğer eleştirel, özellikle post-yapısalcı yaklaşımlar tarafından en fazla eleştirildiği noktadır. Bu bağlamda en öne çıkan eleştiri, özgürleşimin kendisinin Aydınlanmacı Batı kültürüyle kodlanmış bir nosyon olmasıyla ilgilidir. Çünkü aslında özgürleşim, evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı/içeriği olmadığı sürece aslında biz ve onlar kavramsallaştırmasının bir parçası olarak hareket etmektedir. Yine bir diğer eleştiri de güvenliği tek koşulla insanın özgürleşmesine bağlamanın, insan hayatını çevreleyen her alanın güvenlikleştirilmesine (securitization) yol açacağı yönündedir. Bu çerçeveden bakıldığında “beka hayatta kalmak, güvenlikse yaşamaktır” (Booth, 2007: 107) anlayışına dayanan bir teori için insanın özgürce yaşamasının önünde engel olan her alan zaten güvenlikle ilişkili olmalıdır.
Daha Fazlası İçin
Okuma Önerileri
Kitap: H. Emre Bağcı, Frankfurt Okulu, İstanbul, Doğu-Batı Yayınları, 2019, 6. Basım.
Kitap: Ken Booth, Critical Security Studies and World Politics, Londra, Lynne Riener Publishers, 2005.
Kitap: Ken Booth, Theory of World Security, Cambridge, Cambridge University Press, 2007.
Kitap: Richard Wyn Jones, Security Strategy and Critical Theory, Londra, Lynne Riener Publishers, 1999.
Makale:Ken Booth, “Security and Emancipation”, Review of International Relations, Cilt 17, No. 4, 1991, s. 313-326.
Makale:Pınar Bilgin, “Critical Theory”, Paul Williams (der.), Security Studies: An Introduction, Londra, Routledge, 2008, s.90-107.
İzleme Önerileri:
Panel: Between Realism and Critical Security Studies: What is the Continuing Relevance of Peace Studies?, School of Social Sciences – University of Bradford https://www.bbc.co.uk/programmes/b00pr54s (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2020).
Doç. Dr. Fulya Aksu, İstanbul Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktora derecesini 2011 yılında Ankara Üniversitesi’nden ‘Dış Politika ve Kimlik: İnşacı Perspektiften Türk Dış Politikasının Analizi’ başlıklı teziyle alan Aksu’nun akademik ilgi ve çalışma alanları, uluslararası ilişkiler teorileri, savaş ve güvenlik çalışmaları ile Türk dış politikasıdır. Doç. Dr. Aksu’nun bu alanlarda, aralarında ‘The Transatlantic Link in Turkey’s Middle Power Identity’, ‘İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş’, ‘Türkiye’de Güvenlik: Algı, Politika, Yapı’, ‘NATO’nun Stratejik Konseptleri’ başlıklı çalışmaları bulunan birçok yayını mevcuttur.