Devletlerin uluslararası sistemde barış ve istikrarı sağlamaya yönelik politikalarından biri de ittifak sistemleri (bkz. Güvenlik Toplulukları) oluşturmaktır. Bu yapılar sayesinde devletler politikalarını ve stratejilerini ortaklaşa planlama yoluna gitmektedirler. Güvenlik Toplulukları modülünde de belirtildiği üzere “biz” ve “öteki” anlayışı ile hareket eden bu tür kuruluşların günümüzde en bilineni ve tarihteki en başarılı örneklerinden birisi Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’dur.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından milliyetçi militarizmi geride bırakan Avrupa ülkelerinin özellikle Sovyetler Birliği’nden algıladıkları güvenlik tehditlerine karşı ilk işbirliği girişimleri 1947 yılında Dunkirk Antlaşması ile başlamıştır. Bu antlaşma ile bir taraftan Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’daki kalıcılığını sağlamak, diğer taraftan açıkça söylenmesi bile, Avrupa’da yeni bir silahlanma yarışı başlatmadan Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanının sınırlarının gösterilmesi hedeflenmişti.
Sovyetler Birliği’nin etki alanının Doğu Avrupa’da genişlemesi Avrupa ülkeleri tarafından bir güvenlik tehdidi olarak görülmüş ve Batı Avrupa ülkelerinin güvenlik endişelerini artırmıştır. Buna karşılık vermek üzere Mart 1948’de Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve Birleşik Krallık bir araya gelerek Brüksel Antlaşmasını imzalamışlardır. Antlaşmanın en önemli maddesi olan ve ortaklaşa güvenlik anlayışını yansıtan “antlaşmaya taraf ülkelerden birinin saldırıya uğraması durumunda bütün taraf devletler destek verecektir” maddesi daha sonra NATO’nun en önemli maddelerinden biri haline gelecektir. Nitekim, iki yıl sonra 1949’da bu sefer Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri biraraya gelerek, benzer bir yükümlülüğü de içeren Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nü kurmuşlardır.
Sovyetler Birliği’nden gelebilecek tehditlere karşı kolektif savunma örgütü olarak NATO’yu kuran bu 12 devlet, aynı zamanda yakın geçmişte Avrupa için büyük sorunlar yaratan milliyetçi militarizmin yeniden güçlenmesini önlemeyi de hedeflemekteydiler. NATO kendi web sayfasında temel görevini, “politik ve askeri araçlarla üye ülkelerin özgürlüğünü ve güvenliğini temin etmek” şeklinde tanımlamaktadır. Kuruluşundaki sorumluluk alanı olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’yı belirleyen örgüt, Sovyetler Birliği’nden gelebilecek tehditlere karşı kurgulandığı için bu dönemde Soğuk Savaş şartlarına uygun stratejiler geliştirmiştir. Fakat, zamanla uluslararası sistemin değişim ve dönüşümlerinden etkilenerek, yapısal değişime uğramış ve işlevleri çeşitlenmiştir.
NATO, Soğuk Savaş’ın bitimine kadar üç genişleme dönemi gerçekleştirmiştir. Bunlar 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın katılımı, 1955’de Batı Almanya’nın katılımı ve 1982’de İspanya’nın katılımı. Soğuk Savaş’ın bitiminde on altı üyesi bulunan örgüt, Soğuk Savaş sonrasında beş genişleme dönemi daha geçirerek, 2020 yılı itibariyle otuz üyeye ulaşmıştır.
Bu süreçte NATO’nun stratejileri de uluslararası sistemdeki değişimlere uygun olarak değişmiş ve gelişmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere ilk stratejileri Soğuk Savaş şartlarına göre belirlenen İttifak, 1960’lı yıllarda çatışmaların niteliğinin değişmesi ile birlikte savunmaya odaklı stratejiler geliştirmeye başlamıştır. İlerleyen yıllarda yumuşama dönemi (detente) ile birlikte savunma odaklı stratejilerini yeni uluslararası güvenlik konularında öncü rol almaya yönelik olarak geliştirmiştir. Bu dönüşüm NATO’yu siyasi bir örgüt olarak da konumlandırmıştır ve çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmasına olanak sağlamıştır (bkz. MAD). 1970’li yıllar bu şekilde geçerken 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile birlikte NATO tekrardan savunma odaklı stratejiler geliştirmeye başlamıştır.
NATO’nun kuruluş amacı olan Sovyetler Birliği tehdidinin Soğuk Savaş’ın bitişiyle ortadan kalkması ise NATO’yu yeniden bir köklü dönüşüm sürecine sokmuştur. Bu değişimin sonucunda NATO, uyuşturucu ticareti, uluslararası terörizm, insan kaçakçılığı, etnik çatışmalar gibi yeni ve sıklıkla alan dışına taşan güvenlik sorunlarıyla da ilgilenmeye başlamıştır. NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemde geleneksel misyonu ve sorumluluk alanı dışındaki çeşitli insani krizlere müdahaleleri bu dönüşümün sonuçlarından biridir. Ayrıca, NATO’nun eski Varşova Paktı’na üye devletleri NATO’ya üye kabul etmesi de bu değişimin sonucunda gerçekleşmiştir. NATO’nun geleneksel misyonu ve sorumluluk alanının değişmesi 1999 Stratejik Konsepti ile başlamışsa da, esas uygulanması 2010 Stratejik Konsepti ile mümkün olmuştur.
NATO’nun kurumsal yapısı ise üç ana unsurdan oluşmaktadır. Bunlar NATO Daimî Delegasyonları, Askeri Temsilciler ve Genel Sekreterliktir. NATO Daimi Delegasyonları yapılanmasının altında Nükleer Planlama Grubu ve Kuzey Atlantik Konseyi bulunmaktadır. Üye ülkelerin birer temsilcisinden oluşan Kuzey Atlantik Konseyi, NATO içerisindeki en önemli ve en yüksek karar alma organıdır. Konseye NATO Genel Sekreter’i başkanlık yapar. 1966’da Fransa’nın askeri kanattan ayrılması üzerine Konsey askeri konuların görüşülmesi için Savunma Planlama Komitesi’ni kurmuştur. Konseye bağlı olarak çalışan çeşitli Alt Komiteler de bulunmaktadır. Bunlar aracılığıyla NATO gündemine gelen siyasi ve askeri sorunlara çözümler aranır.
Askeri Temsilcilikleri Askeri Komite’de bir araya gelirler. NATO’nun en üst düzey askeri organı olan Komite, alınan siyasi kararların askeri sonuç getirmesi durumunda nasıl uygulanacağını belirleyen organdır. Komitede her ülkenin bir daimî askeri temsilcisi bulunmaktadır. Askeri Komite Konsey’e ve Genel Sekretere askeri konularda danışmanlık yapma misyonuna da sahiptir. Komiteye bağlı olarak 2003 yılında Müttefik Harekât Komutanlığı ve Müttefik Dönüşüm Komutanlığı kurulmuştur. Müttefik Harekât Komutanlığı askeri operasyonların planlanması ve yürütülmesinden sorumluyken, Müttefik Dönüşüm Komutanlığı, İttifakın imkan ve kabiliyetlerinin dönüşümünden sorumludur. Bu noktada belirtmek gerekir ki, NATO’nun üye ülkelerin askerlerinden oluşan birlikleri dışında askeri bir gücü bulunmamaktadır.
NATO Soğuk Savaş’ın bitişiyle beraber geleneksel sorumluluk alanının dışında da hareket sahasını genişleten bir örgüt haline gelmiştir ve çok sayıda işbirliği ve ortalık mekanizması geliştirmiştir. Geliştirilen bu işbirlikleri ve ortalıklar NATO’nun dönüşümünde de önemli rol oynamıştır. İşbirliği ve ortaklık kavramı NATO’nun gündemine ilk kez 1990 Londra’da Zirvesinde gelmiştir. Bu çerçevede zamanla geliştirilen çok taraflı “Barış için Ortalık” (PfP), Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi’nin yanı sıra NATO’nun, uluslararası sistemde barışı koruma ve istikrarı sürdürme çabası doğrultusunda farklı ülkelerle geliştirdiği ortalıkları da bulunmaktadır. Ayrıca “Küresel Ortaklar” adı altında dokuz farklı ülkeyle de ortalık geliştirilmiştir. NATO üyesi olmayan ülkelerle kurulan bu ortalıklar vasıtasıyla NATO geleneksel sorumluluk alanının dışında da etkili olmaya başlamıştır. NATO’nun ayrıca Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlarla da çeşitli ortaklıkları mevcuttur (bkz. NATO Ortalıkları ve İşbirlikleri konusu).
NATO ile ilgili olarak, kolektif savunma anlayışının temelini oluşturan, NATO Antlaşmasının 5. Maddesinden de bahsetmek gerekir. Bu madde NATO’ya üye devletlerden herhangi birine veya birden çok devlete gerçekleştirilecek silahlı saldırıların bütün üyelere yapılmış sayılacağını kabul ve ilan eder. Böyle bir durumda Birlemiş Milletler Şartının 51. maddesi kapsamında gündeme gelecek olan “meşru müdafaa” hakkı Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini sağlamak ve korumak amacıyla bireysel ve/veya toplu olarak tüm NATO ülkelerince kullanılabilecektir. Uluslararası kamuoyunda çok gündeme gelen bir konu olmakla birlikte, 5. Madde NATO tarihinde ilk kez ve bugüne kadar sadece bir defa olmak üzere ABD’ye yönelik 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra devreye sokulmuştur.