İnsani güvenlik, en genel anlamıyla insanların temel özgürlüklerinin güvende olması şeklinde tanımlanabilir. Bu kapsamda sadece hayatta kalmak insani güvenlik için yeterli kabul edilmemiş, temel ihtiyaçlara sahip olabilme durumu da tanıma dahil edilmiştir. İnsani güvenlik anlayışı, devlet merkezli askeri tehditleri üzerine bina edilen klasik güvenlik anlayışının hâkim olduğu geleneksel güvenlik çalışmalarındaki dönüşümün bir parçası olarak ortaya çıkan çok boyutlu bir yeni güvenlik yaklaşımdır. Bu yapısıyla siyasi, ekonomik, çevresel ve toplumsal tehditleri dikkate alan ve referans nesnesi olarak devletler yenine bireyleri merkeze yerleştiren bir güvenlik anlayışıdır.
İnsani güvenlik tanımında sözü edilen temel özgürlükler, uluslararası alanda daha çok uluslararası örgütlerin çabalarıyla tanımlanarak zaman içerisinde genişlemiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından “korku ve ihtiyaçtan özgür olmak”, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin teşvik edilmesi vurgusuyla birlikte, “kendi adına hareket etme özgürlüğü” ilkesi çerçevesinde insani güvenlik kavramı içinde değerlendirilmiştir. Benzer şekilde, “onurlu yaşama özgürlüğü” ve “tehlikelerden uzak olma” ilkeleri de insani güvenlik tanımında kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle onurun korunması, yaşamsal kaynaklara ulaşım ve bunların sürdürülmesini sağlayabilecek siyasi, sosyal, çevresel, ekonomik, askeri ve kültürel sistemlerin kurulması, insanın beklentilerini karşılayacak ve kendini gerçekleştirmesini sağlayacak süreçlere karşı nispeten yaygın tehditlerin oluşması halinde bireylerin korunması konuları insani güvenlik alanında ele alınan unsurlar haline gelmiştir. Ayrıca, bireyin toplum yaşamına aktif katılımını içeren insan onurunun sağlanması ve temel ihtiyaçların karşılanması da insani güvenliğin temel koşulu olarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu noktada insani güvenlik anlayışı, temel olarak insanların, bireysel olarak güvenliklerinin olmadığı savaş, şiddet ve güvenliği tehdit edici diğer olguların var olduğu bir dünyada güvende olamayacakları varsayımından hareket etmektedir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, insani güvenlik anlayışı güvenlik çalışmalarında devlet merkezli güvenlikten insan merkezli güvenliğe doğru paradigmatik bir dönüşümü işaret etmektedir. İnsanın kendini gerçekleştirmesi ve özgürlüklerini genişletmesi, tüm insanların yaşamalarının ana çekirdeğinin ya da temel özünün korunması olarak tanımlanmaktadır. Bu noktada insani güvenlik, bireyin yaşam kalitesine yönelen bir tehdidin varlığı durumunda, güvenliğin sağlanmasında bireyleri öne çıkarır. Bu yaklaşımın temelini, salt askeri tehditlere karşı hazırlıklı olmayı içeren devlet-merkezli güvenlik anlayışından güvenlik sorunlarının bireyler üzerinde yarattığı etkileri göz önünde bulundurularak terör, ekonomik eşitsizlikler, insan hakları ihlalleri, çevre kirliliği, etnik ve dinsel anlaşmazlıklar, uluslararası uyuşturucu silah ve insan kaçakçılığı gibi tehlikeleri de hesaba katan, insan merkezli güvenlik anlayışına geçiş oluşturmaktadır. Burada emelde yeni olan, güvenlik politikalarının merkezine bireyin koyulması ve odak haline getirilmesidir.
İnsani güvenlik çalışmalarında genel olarak üzerinde anlaşılan dört temel prensip bulunmaktadır. İlk olarak, insani güvenlik dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için eşit şekilde önemli olan evrensel bir olgudur. Burada insani güvenlik, kimliksel veya sınıfsal farklılıkların ötesinde her birey için genel geçer şekilde sağlanması gereken bir durum olarak tanımlanmaktadır. İnsan hakları ihlalleri, işsizlik, uyuşturucu kullanımı, suçluluk ve çevre kirliliği gibi tüm insanlık için ortak olan çeşitli tehditlerin yoğunluğu dünyanın farklı bölgelerinde farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir ama insanların güvenlik beklentileri temelde aynıdır.
İkinci olarak, insan merkezli güvenlik anlayışına göre bireylerin yaşadığı sorunlar küresel olarak ele alınmalıdır. Dünyanın herhangi bir yerinde insanların yaşadığı güvensizlikler insanlığın ortak sorunu olarak değerlendirmeli ve evrensel bir çaba ile giderilmelidir. Açlık, salgın hastalıklar, çevre kirliliği, uyuşturucu kaçakçılığı, terörizm, etnik anlaşmazlıklar ve toplumsal çözülme gibi olaylar artık ulusal sınırlarla sınırlı değildir. Bu tip olayların sonuçları tüm dünyayı etkileyebilecek kapasitede olduğundan ortaklaşa bir yaklaşımla çözüm aranmalıdır.
Üçüncüsü, insani güvenlik konusu önleme amaçlı pratiklere ihtiyaç duyulan bir alandır. Erken önleme yoluyla insani güvenliği sağlamak veya olası tehditlere karşı önlem almak meydana gelen tehditleri yok etmekten daha kolay ve daha az maliyetlidir.
Son olarak, günümüzdeki anlamına daha uygun olan kimin güvenliği sorusuna verilecek cevabın devletlerden insanlara dönüşmesi gereklidir. Başka bir ifadeyle, genel olarak güvenliğin ve özelde de insan güvenliğinin sürdürebilirliği insan gelişimi üzerine odaklanmalıdır. Bu ise insanların nasıl bir toplum içinde yaşamak istedikleriyle, tercihlerini serbestçe yapabilmeleriyle ve sosyal ve ekonomik imkanlarını kullanıp kullanamadıkları ile ilgili bir yaklaşımı gerekli kılar.
Temel ihtiyaçlar söz konusu olduğunda ise insani güvenliğin kapsamı daha da genişlemektedir. Bu doğrultuda en temelde sağlık, eğitim, ekonomik kalkınma, korkudan ve baskıdan azade şekilde güven içerisinde yaşama gibi günümüzde “olmazsa olmaz” olarak kabul ettiğimiz temel ihtiyaçlardan yoksun olma durumu, “insani güvensizlik” kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Öte yandan, güvenlik de insani güvenliğin temel ihtiyaçlarından biri olarak korkudan özgürlük olarak tanımlanmaktadır.
Bu çerçevede, klasik güvenlik görüşüne göre güvenliği sağlayıcı aktör olarak devlet tanımlanır ve devlete vatandaşlarını koruma görevi de verilirken, bugün özellikle Batı-merkezli, devlet-toplum ilişkisinin toplumsal sözleşme kuralları temelinde işlediği gelişmiş ülkelerdeki insani güvenlik anlayışı, devletin koruma görevinden ziyade koruma sorumluluğu anlayışını ön plana çıkartmaktadır. Fakat devletin güvenliği sağlama görevini yerine getiremediği ya da özellikle toplumun belirli bir kesimine yönelik bu görevi yerine getirme arzusunun bulunmadığı durumlarda insani güvenliğin bir diğer yüzü ortaya çıkmaktadır. Normalde insani güvenliğin sağlanmasının unsurlarından biri de devletin vatandaşlarına karşı baskı, sistematik insan hakları ihlalleri ve toplumu askerileştirme gibi siyasal tehditlerinin önlenmesidir. Bu kapsamda devlet, insani güvenliğe yönelik diğer tehditleri önlerken, aynı zamanda kendisinin siyasal bir tehdit aracı haline gelmesi de önlenmelidir. Bu nedenle paradoksal bir durumun oluşmaması için kamusal otorite, bir tarafta bireye yönelik tehditleri önlerken, diğer tarafta bireyin çıkarlarını da korumak zorundadır.
Bu kapsamlar devletler de savunma ya da önleme tedbirlerini, bu tehditlerin şekil ve biçimine göre belirlemeye çalışmaktadırlar. Bir diğer ifadeyle, insani güvenlik anlayışı çerçevesinde, devletler bireylere yönelen tehditlere çözüm üretme aşamasında bireylerin özgürlük alanlarına müdahalede bulunmaktan kaçınmalıdırlar. Günümüzde tehdit türlerinin çoğalması ve çeşitlenmesi, devletlerin güvenliği sağlamak adına toplumsal yaşamın çok farklı alanlarına sınırlama getirmelerine neden olabilmektedir. Örneğin, günümüzde uluslararası göç olaylarını önleme ya da kontrol etme amacıyla devletler tarafından uygulanan politikalar sadece göçmenlere yönelik insan hakları ihlalleri değil, alıcı ülkelerin vatandaşlarına yönelik ihlaller de doğurmaya başlamıştır. Dolayısıyla, göçmenleri kendi ülkelerinden kaçmak zorunda bırakan güvensizliklere, bu ortamdan kaçarak sığınmaya çalıştığı ülkelerdeki insan hakları ihlalleri de yeni güvensizlik unsuru olarak eklenmektedir.
Geniş anlamdaki insan hakları ihlalleri de temelde insani güvenlik anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. İnsani güvenlik temelde bireylerin yaşam ihtiyaçları ve kimliksel bütünlüğü ile alakalı olduğu için insani güvenliğe yönelik tehditler de aslında insanların temel hak ve özgürlüklerine yönelik tehditler anlamına gelmektedir. Öte yandan, özellikle çatışma ve savaş ortamlarında bireylerin yaşamlarını sürdürme araçlarına yönelik tehditler nedeniyle uzun vadede küresel problemler de ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle devlet güvenliğini merkezine alan geleneksel güvenlik anlayışının dönüşümünde ve güvenlik pratiklerinde merkezi bir rol oynama başlayan insani güvenlik kavramı, bugün gelinen noktada tüm güvenlik alanları ve sorunlarının insani güvenlik açısından da değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.