Toplumsal güvenlik kavramı Güvenlik Çalışmaları alanında baskın olan devlet merkezli güvenlik analizinin yerine toplum odaklı bir güvenlik anlayışını önceleyen bir yaklaşımdır. İlk olarak Wæver vd.’nin 1993’te yayımladıkları Identity, Migration and the New Security Agenda in Europeçalışmada bu kavramı ortaya atmasından itibaren toplumsal güvenlik kavramı farklı açılarıyla değerlendirilmiş, eleştirilmiş ve değişen güvenlik gündemine uyarlanmaya çalışılmıştır. Soğuk Savaş sonrası güvenlik çalışmalarında farklı kuramsal ve metodolojik yaklaşımların artmasıyla klasik güvenlik anlayışının dar kapsamlı ve kurumsal olarak devletin güvenliğini önceleyen ulusal güvenlik odaklı bakış açısının ötesinde devlet dışı aktörleri merkezine alan yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Ole Wæver ve Barry Buzan gibi sonradan Kopenhag Okulu olarak adlandırılan güvenlik yazınına katkıda bulunanlar bu açılımın önemli bir parçası olarak toplumsal güvenlik kavramının gelişimine öncülük etmiştir.
Toplumun kimlik ve güvenlik bağlamında kurgulanması toplumsal güvenliğin temel özelliklerindendir. Toplumun tanımı da bu alanda yazılan farklı çalışmalarda geliştirilmiş, kapsamı ve özellikleri tartışılmıştır. Wæver vd. toplumsal güvenliğin çerçevesi içerisinde toplumu “siyasi olarak kayda değer” etnik veya din merkezli kolektif sosyal gruplar olarak tanımlamaktadırlar. “Siyasi olarak kayda değer olma” kriterinin tam olarak ne olduğunu anlamak için yine Kopenhag Okulunun temel argümanları paralelinde kimliğin siyasallaşması ve güvenlikleştirilmesine referansla bir toplum tanımlamasının yapılması gerekir. Zira, toplumsal güvenlik çalışmalarında ana referans noktası kolektif kimliklerdir. Bu tür bir tanımlama bize toplumun bir analitik unsur olarak çerçevesinin ne olacağı konusunda bilgi verse de, aslında toplumun ne olduğu konusu muğlaklığını korumaktadır. Bu noktada Buzan vd. (1998) toplumları güvenli olma durumu ile değil, güvensizlikler üzerinden tanımlamaktadırlar. Buna göre, toplumların en belirgin özelliği kimlikleridir ve toplumsal güvensizliğe neden olacak durum da toplumların kendilerini tanımladıkları kimliğin sürdürülmesi veya toplumların bütünlüğüne yönelik tehditlerdir.
Toplumsal güvenliğe yönelebilecek tehditler bu alanda yapılan ilk çalışmalarda göç, yatay rekabet ve dikey rekabet olarak üç kategoride sınıflandırmıştır. Göç tehdidi, ulusal ya da yerel nüfus yapısının büyük ölçekte göç olayları nedeniyle değişmesiyle, yatay rekabet toplumun kimliğinin komşu bir toplum tarafından güçlü kültürel ve dilsel etkiyle dönüşmesiyle, dikey rekabet ise bir toplumun daha geniş bir kültür altında asimile olması veya daha küçük parçalara ayrılması ile meydana gelir. Bu dönüşümler özünde güvenlikleştirme çerçevesi içerisinde tanımlamıştır. Bir diğer ifadeyle söz-edim gibi güvenlikleştirme unsurları göz ardı edilmemiştir. Buna göre, toplumsal güvenlik anlayışında toplum güvenliğin referans nesnesi, güvenlik aktörü ve güvenliğin şekillenmesinde bir faktör olarak kabul edilebilmektedir. Diğer bir ifadeyle, bağlamın ne olduğu ile ilişkili olarak toplum, güvenliği tehdit edilebilen, güvenliği sağlayan veya bir güvenliği tehdit eden unsur olarak ele alınabilir.
Özellikle devlet ile toplum arasındaki ilişkinin bir toplumsal sözleşme temelinde oluşturulmadığı ülkelerde ya da farklı tarihi süreçler sonucunda toplumsal güvensizliğin kaynağı devlet olabilmektedir. Bu tür durumlarda toplumların güvenliğini sağlayıcı aktör olarak devlet söz konusu olmadığından, toplum, güvenliği sağlayan temel aktör haline gelebilmektedir. Toplumu güvenlik sağlayıcı aktör olarak ele aldığımızda ise hangi araçlarla güvenliği sağlayacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Devletler güvenliği sağlama konusunda doğaları gereği hem tecrübe hem de farklı araçlara sahiptirler. Toplumlar ise genellikle hem bu tecrübeden hem de araç yelpazesinden mahrumdurlar.
Ayrıca, toplumsal güvenlik ikilemi varsayımını hatırlarsak (bkz. Güvenlik İkilemi), toplumların güvensizliğini yaratan bazı durumlar, aynı zamanda devletin güvenli kalmasını sağlayan durumlar olabilir. Örneğin, toplum içerisindeki belirli bir etnik gruba karşı asimilasyon politikası uygulamayı devletin ve ulusun bütünlüğü olarak tanımlayan bir devlet, asimilasyon politikasına direnen bir toplumsal grubu tehdit olarak algılayacaktır. Bahsi geçen toplumsal grup ise devletin uygulamak istediği politikaları kendi toplumsal güvenliğe yönelik tehdit olarak algılanacaktır. Bu durum sadece etnik gruplarla da sınırlı değildir. Sistemsel cinsiyet ayrımcılığı, toplum içerisindeki farklı inançlara sahip gruplara karşı uygulanan politikalar ve benzeri yapılarda da aynı dinamikler geçerlidir.
Benzer şekilde, “güvenliği kimin sağlayacağı” sorusunun cevabı verilirken, toplum odaklı bir yaklaşımda özellikle devletle toplumun güven(siz)lik algısının çatışması durumunda, toplum kendi kaynaklarının güvenli olma durumunu koruma ve/veya kazanma çabasına girecektir. Çatışma durumunda iki taraf da kendi güvenliğini sağlamak için bir strateji geliştirecektir. Bu stratejilerin ne olabileceği konusu aktörlerin sahip oldukları kaynaklar ile doğru orantılıdır, ancak devlet ve toplum arasındaki olası bir çatışma durumunun asimetrik bir doğaya sahip olacağı açıktır.
Toplumsal güvenlik yazınında bu tür senaryolar toplumsal güvenlik ikilemi üzerine yapılan çalışmalar dışında ilgi görmemiştir. Bunun önemli bir nedeni, kavramın yoğun olarak üretildiği ve tüketildiği Kuzey Avrupa coğrafyasının toplumsal güvenlik gündeminde bu tür sorunların görülmemesidir. Öte yandan, Avrupa dışındaki bölgelerde çok fazla gözlemlenen rejim ve/veya devlet güvenliği ile toplumsal güvenliğin çatışma durumunun en azından bu ülkelerde fazla ilgi görmemesi dikkate değer bir husustur. Zira, farklı bağlamlarda toplumsal güvenlik dinamiklerinin analiz edilmesi hem yazında yerleşen devlet-toplum ilişkisi varsayımlarının aşılmasının önünü açacak, hem toplumsal güvenlik gündeminin farklı coğrafyalarda nasıl değişiklik gösterdiğinin belirlenmesinde faydalı olacak, hem de toplumların güvenliği sağlayan aktörler olarak nasıl mekanizmalar geliştirdiklerinin tespit edilmesini sağlayacaktır.
Toplumsal güvenliğin gündemi daha önce bahsedildiği gibi tıpkı toplumların kendileri gibi akışkan ve zamanla değişip dönüşebilen gerçekliklerdir. Kophenag Okulu toplumsal güvenlik gündemini yine bu yazının bir katkısı olan güvenliğin sektörleri bağlamında irdeler. Wæver vd. (1993) Avrupa’daki toplumsal güvenlik dinamiklerini dört sektör altında incelemiştir: Askeri, politik, ekonomik ve çevresel. Bu sektörler aynı zamanda toplumsal güvenlik gündemini belirleyen, bir diğer ifadeyle toplumların kimliklerini sürdürmesine yönelik tehditler oluşturabilecek unsurlar olarak da ele alınır.
Bugün toplumsal güvenlik gündemi kapsamında toplumsal cinsiyet, din, kültür gibi birçok boyut ele alınmaktadır ve tüm bu boyutlar kendi içlerinde farklı dinamiklere sahiptirler. Nitekim Wæver da bu dönüşümü toplumsal cinsiyet ve din üzerinden ele almıştır. Bunun ötesinde son dönemde güvenlik yazınında yeni yaklaşımlar arasında yer alan “kültürel güvenlik” veya “kültür güvenliği” kavramı da toplumsal güvenlik ile yakından ilişkilidir. Bir toplumun kimliğini simgesel olarak temsil eden kültürel varlıklara yönelik tehditler toplumların kimliklerini sürdürme mekanizmalarını tehdit ettiğinde,n toplumsal güvenlik kapsamında değerlendirilebilirler. Örneğin, Taliban güçlerinin Afganistan’da 2001 yılında ele geçirdikleri Bumiyan Vadisindeki dev Buda heykellerini top ateşiyle yıkmaları veya IŞİD’in 2014 sonrasında ele geçirdiği bölgelerde (Örneğin Suriye’deki Palmira antik kenti gibi) kültürel varlıkları yok etmesi gibi işgal edilen topraklarda yaşayan toplumların tarihsel kimlik bağlarını hedef alan saldırılar/tehditler toplumsal güvenlik gündeminin bir parçası olarak görülebilir. “Kültürel temizlik” olarak da literatürde yerini bulan bu eylemler güvenlik gündeminin bağlamsal dönüşümünü anlamak açısından önemlidir.
Bu farklı gündemler ışığında toplumsal güvenlik gündemini tartışırken, bağlamsal bir yaklaşıma sahip olmak önemlidir. Zira, her ülkenin, zamanın ve mekânın kendi güvenlik dinamikleri vardır ve bu dinamikler toplumsal güvenlik çerçevesinde irdelenirken güvenliğin referans nesnesi (hangi toplum veya toplumsal grupların tehdit altında olduğu), aktörleri (güvenliği sağlama/koruma görevini üstlenen unsurlar) ve faktörler (tehditlerin ne olduğu ve hangi araçlarla meydana geldiği) tespit edilmeli, bütüncül ve bağlamsal bir bakış açısı ile güvenlik sorunsalı ele alınmalıdır.