İnşacı kuram, uluslararası toplumun varlığını ve uluslararası politikada en temel aktörünün devlet olduğunu kabul eder. Ayrıca, insanların kendilerine has olan özellikleri olduğu gibi uluslararası toplum ve uluslararası ilişkilerin de kendine ait özellikleri olduğunu ileri sürer. Bu özelliklerin uluslararası toplumda da sosyal bir düzenin oluşmasına neden olduğunu varsayar. Bu sosyal düzende de bireylerin ve toplumların birbirini etkilediğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
İnşacı kuram, uluslararası ortamdaki sosyal düzenin dinamiklerinin değişken olabileceğini, dolayısıyla uluslararası sistemin değişebileceğini kabul eder. Uluslararası sistemin, realistlerin ileri sürdüğü gibi güç mücadelesi veya liberallerin varsaydığı gibi ortak çıkar ve işbirliği gibi konulardan oluştuğunu düşünmez. Yine de realist ve liberal kuramlar tarafından ileri sürülen uluslararası yapının anarşik özelliği inşacı kuram tarafından reddedilmez, fakat bu yapının bir kuralı veya kuralları olduğu varsayılır. İnşacı kuram, kuralsızlığın anarşi olmadığını, kaos ve karmaşa olduğunu ileri sürer.
Bu bilgiler ışığında inşacı kuramın da realist ve liberal kuramlar gibi uluslararası sistemde devletler üzerinde herhangi bir üst veya egemen bir aktörün bulunmadığını kabul ettiğini söylemek mümkündür. Fakat, devletlerin dış politikaları sadece anarşi ve sistemde bir egemen gücün olmaması ile açıklanamaz; zira devletlerin bu durumdan ortaya çıkaracağı politikalar farklılık göstermektedir. Müttefik devletlerden oluşan bir anarşik yapının düşman devletlerle birlikte bulunulan anarşik bir yapıdan farklı olacağını söylemek mümkündür. Bir başka deyişle, inşacı kuram realizm ve liberalizmin temel varsayımlarını reddetmez ama sosyal ilişkilerin, kültürün ve algıların uluslararası sistem üzerindeki etkilerini de çalışmalarında dikkate alır.
İnşacılık veya sosyal inşacılık, uluslararası ilişkilerdeki aktörlerin davranışlarını açıklarken ya da çalışırken içinde bulundukları sosyal durumlara vurgu yapar. Bu aktörlerin kimliği, kültürü, söylemi ve dil kavramları devletlerin güvenliği ve uluslararası ortamdaki yeri hakkında bize bilgi verir. Bu çerçevede inşacı yaklaşımın devletler arasındaki sosyal dünyayı da anlamaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Burada inşacı kuram sosyal gerçekliğin nasıl oluştuğu ve/veya inşa edildiğine odaklanır. Bu bakımdan uluslararası ilişkilerin diğer kuramlarından ayrışır. İnşacı kurama göre sadece ulusların birbiriyle olan ilişkileri değil, bireylerin devletler içindeki durumları ve etkileşimleri de önemlidir. Bir diğer ifadeyle, birey, onların ortaya koyduğu etkileşim ve inşa ettikleri gerçeklikler önemlidir. Bu bakımda kuram uluslararası ilişkileri insanların sosyal ilişkilerinin bir sonucu olarak, yani inşa edilmiş bir kavram olarak görür.
İnşacı kurama göre de devletlerin dış politikalarını etkileyen önemli unsurlardan biri uluslararası sistemin anarşik yapısıdır. Bu duruma yapan ve yapı kavramlarıyla açıklık getirilmiştir. Sosyal düzen içerisinde devletler politikalarıyla “yapan” aktörleri belirler. Fakat, bu aktörler devlet politikaları sonucu ortaya çıktıkları için devlet olarak da adlandırılabilir. Öte yandan, “yapan”ların yapı (sosyal düzen) içerisindeki kurallara uyması beklenir. Kurallara uymayan “yapan” aktörler uluslararası ilişkilerde belirsizliğe sebep olur. İnşacı kuram denilince akla ilk gelen yazarlardan olan Wendt, yapı ile yapan arasındaki etkileşimin varlığına işaret ederek, bu etkileşimin olmaması durumunda yapı ve yapanın da ol(a)mayacağını ileri sürer. Her ne kadar bazı inşacı yazarlar yapanın yapıdan etkilendiğini kabul ederlerse de, Wendt’e göre hangisinin önce geldiği tartışmalıdır.
İnşacılık kuramının güvenlik yaklaşımının bir diğer temel unsuru da kimlik odaklı güvenlik anlayışıdır. Sosyal inşa doğası gereği bağlam ve kimliklere bağlı olarak gerçekleştiğinden aktörlerin güvenlik tanımı ve buna bağlı olarak geliştirdikleri güvenlik politikaları ortaya çıkar. Aynı zamanda karşılıklı etkileşimle oluşturulan kimlikler inşacı anlayışa göre güvenlik algısının şekillenmesi için merkezi bir rol oynamaktadır. Benzer şekilde de kimliğin güvenlikleştirilmesi bu tür bir süreçle ortaya çıkmaktadır. İnşacı kurama göre kimlik ve çıkarlar dış politikanın belirlenmesinde önemli rol oynar ve oluşturulan kimlikler çıkarları temsil eder. Devletlerin güvenliğinde önemli rol oynayan bu iki konunun ana akım uluslararası ilişkiler kuramları (temelde gerçekçilik ve liberal düşünce) tarafından göz ardı edildiği ileri sürülür. Ayrıca, kimliklerin çevrelerinden izole şekilde değil, sosyal düzen içerisindeki etkileşimler sonucu geliştiği ve ortaya çıktığı varsayılır. Bu da devletlerin güvenliği ve dış politikaları konusunda kimliklerin ve kültürün değiştirici ve değişici rolüne işaret eder. Bu değişimde kaynakların durumuna göre algıların da rol oynadığını söylemek mümkündür. Devletlerin birbirlerine karşı algıları da etkileşim içerisinde değişebilecek durumlardır. Bu bakımdan devletlerin güvenliği konusunda kimlik, kültür ve algıların bu kuram için önemli rol oynadığını söylemek mümkündür.
İnşacı kuram, realist ve liberal kuramları kimlik ve çıkarları sabit ve değişmez kabul etmelerini eleştirir. Buna göre devletlerin çıkarları ve kimliklerinin sosyal düzen içerisinde değişebileceği ve birden fazla kimliğe sahip olabilecekleri ileri sürülür. Bu varsayım aktörlerin farklı konularda farklı şekillerde etkileşime girmelerinden ziyade aktörlerin birbirlerini farklı şekillerde tanımlayabilecekleri, bunun da devletlerin güvenliğini etkileyeceğini ileri sürer.
Öte yandan, sosyal bir kimlik inşası aynı zamanda başka kimliklerin kabulünü yani ötekinin var olmasına da olanak sağlar. Ötekiler, devletlerin egemenlikleri ile var olmalarına ve etkileşime girmelerine olanak sağlar. Kurama göre devletlerin egemenliği de inşa edilmiştir. Buradan ötekinin olmaması durumunda egemenliğin anlam ifade etmeyeceği anlayışına ulaşılır.
Devletlerin güvenliği bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde ise güvende olma veya olmama durumunun kimliklerle ilişkili olduğunu söylemek mümkündür. Sosyal düzen içerisindeki etkileşimin devletlerin kimliklerinin nasıl inşa edileceği ve değişeceğini etkilemesi sebebiyle devletlerin güvende olma veya olmama durumlarını da belirleyecektir. Bu noktada güvenlik ikilemi kavramı bu hususa iyi bir örnek teşkil eder. Buna göre, devletler diğer devletin veya devletlerin en olumsuz niyetlerine göre güvenlik durumlarını belirler ve bir sosyal yapı oluştururlar. Aynı şekilde güvenlik toplulukları da devletlerin diğer devletlere karşı niyetlerini çatışma ve savaş durumuna başvurmadan oluşturdukları bir sosyal yapı olarak nitelendirilebilir.
İnşacı kuramın temel varsayım ve önerileri göz önünde bulundurulduğunda, Uluslararası İlişkiler disiplinine epistemolojik ve ontolojik açıdan yeni yaklaşımlar getirdiğini söylemek mümkündür. Sosyal düzen içerisindeki etkileşimi göz önünde bulunduran ve analizlerinde odağına alan inşacı kuram için söz edimi de önemli bir kavram olarak öne çıkar. Konuşmanın/söylemin yapıldığı dil konusu ise esas olarak post-modern inşacı kuramın odağındadır.
Güvenlik konularında ise algıların, kimliğin ve kültürün, diğer bir deyişle içinde bulunulan sosyal gerçekliğin inşası bu kuram için önemli yer tutmaktadır. Benzer şekilde uluslararası sistemin de sosyal bir yapı olduğu ileri sürülmüştür. Kuram, sosyal yapıların sosyal ilişkilerin birer ürünü olduğunu ve bu yapıların bilgi, maddi kaynak ve eylemden oluştuğunu belirtir. İnşacı kurama göre bu anlayış uluslararası ilişkilerde güvenlik konularına olan bakışında değişmesine neden olan önemli sebeplerdendir. Bu anlayışa göre güç politikaları devletlerin davranışlarını etkileyen fikirlerden oluşmaktadır. Bununla birlikte devletlerin fikirleri uluslararası hukuk ve işbirliklerinden de etkilenmektedir.
Devletlerin birbirinden etkilenmesi aynı zamanda fikirlerin ortak anlayış ve beklentilerle de şekillendiği söylenebilir. Bu bakımdan, sosyal yapının özneler arası anlayıştan oluştuğu ve devletlerin güvenlik politikalarını da bu şekilde belirlediği söylenebilir. Alexander Wendt, özneler arası anlayışa güvenlik ikilemi (bkz. Güvenlik İkilemi dersi) kavramını örnek göstermiştir. Wendt, devletler diğer devletler hakkında en kötü varsayımlarla hareket ettiğini söyler. Varsayım neticesinde devletler güvende olmadıkları düşünerek çeşitli politikalar üretir. Bir diğer örnek ise güvenlik toplulukları (bkz. Güvenlik Toplulukları dersi) kavramıdır. Güvenlik toplulukları, devletlerin ortak anlayış ile birlikte bir araya gelip anlaşmazlıklarını barışçıl yollarla çözebilecek ve güvene dayalı bir sosyal yapıdır.