Bu modülde geleneksel güvenlik çalışmalarında en yaygın kullanılan yaklaşım olan realizmi ele alacağız. Daha genel çerçevede Uluslararası İlişkiler çalışmalarının önemli kurumlarından olan realist (gerçekçi) kuram, güç kavramını merkezine almak suretiyle, anarşi, güçler dengesi, ulusal çıkar, ulus-devlet, hegemonya gibi temel kavramlar üzerinden güvenlik ve uluslararası ilişkilere bakar. Kuramın temel kavramlarına ilk olarak Antik Yunan’da Sparta ve Atina devletleri arasındaki Peloponezya Savaşları’nı anlattığı analizleriyle Tukidides’in anlatılarında rastlarız.
Benzer şekilde, güvenlik çalışmalarının önemli kavramlardan olan “doğa hali” ve bundan kurtulmak için insanın güvenlik arayışı çabalarını 17. Yüzyıl İngiliz filozofu Thomas Hobbes tarafından kaleme alınan eserlerde görüyoruz. Hobbes egemen devletlerin kuruluşundan önceki “vahşi ve acımasız, doğa halini tanımlar ve insanın bu güvensiz ortamdan kurtulmak için mutlak özgürlüğünden vazgeçemesinin şartlarını ele alır. J. J. Rousseau’nun ünlü “Toplumsal Sözleşme” kavramından yola çıkan Hobbes, insanın doğa halinden kurtulmak için yaptıklarını ve “Leviathan” adını verdiği devletin ortaya çıkışını anlatır. Bu açıdan bakıldığında devletlerin güvenliği açısından karar vericilerin ve liderlerin rolü ortaya çıkmaktadır. Bu noktada önemli bir eser de 12. Yüzyıl İtalya’sında yaşamış olan Makyavelli’nin “Prens” kitabıdır. Kitapta Makyavelli, devlet yöneticilerine ulusal çıkarların elde edilmesi ve korunmasının hangi politikalarla mümkün olacağının yanı sıra güç mücadelelerinde liderlerin nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda da öğütler verir.
Bahsedilen varsayımlar ve bilgiler göz önüne alındığında realizm kuramının I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkması ve özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasında geliştiğini görmek şaşırtıcı değildir. Bu gelişim bir ölçüde I. Dünya Savaşı sonrasında Uluslararası İlişkiler disiplininin ortaya çıkış dönemindeki ana teorik yaklaşımı olan İdealist kuramın II. Dünya Savaşı’nın çıkışını engelleyememesine dayanmaktadır. Her ne kadar İdealistler fikirlerinin iki savaş arası dönemde yeterince ve doğru uygulanmadığını ileri sürseler de, İdealizm kuramının uluslararası barışı sağlama ve uluslararası güvenliği tesis etmeye yönelik çabalarının başarısız olması, II. Dünya Savaşı sonrasında Realist kuramın gelişiminin önünü açmıştır.
Realist kuramın temel kavramlarının başında güç gelir. Güç, devletlerin anarşik sistem içerisinde varlıklarını sürdürmeleri için en önemli amaç ve araçlarından biridir. Devletler elde ettikleri gücü ulusal çıkarlarını korumak ve elde etmek için de kullanmaktadır. Zira, güç devletlerin diğer devletleri zorlamak ve engellemek amacıyla da kullanılabilmektedir. Devletler güçlerini artırmak ve için çeşitli yollara başvurabilmektedir. Bunlardan biri de askeri güçlerini geliştirmektir. Askeri gücün gelişmesi güvenlik ikilemine de neden olacaktır (bkz. Güvenlik İkilemi dersi).
Bir diğer anahtar kavram, analizlerinin merkezi orturttuğu devlettir. Realist kuram için uluslararası ilişkilerin ana aktörü olan devletler rasyonel hareket eden birimlerdir. Bu rasyonel aktörlerin, yani devletlerin güç kapasiteleri ve diğer devletlerle olan güç mücadeleleri uluslararası ilişkilerde temel belirleyicidir. Bu yapı içerisinde devletler arasında oluşan güç dengesi ise uluslararası ilişkilerde belirsizliği ortadan kaldıran ve istikrarı sağlayan ana mekanizmadır.
Realist kuramın üzerinden durduğu bir diğer konu ise uluslararaı alanda rasyonel aktörler olarak hareket eden devletlerin üzerinde herhangi bir egemen veya üst aktörün olmayışıdır. Bu şekilde devletlerin denetimini ve dengesini sağlayacak bir üst aktörün olmaması -bir diğer ifadeyle uluslararası ilişkilerde anarşik bir ortamın olması- devletleri kendi güvenliklerini kendilerinin sağlayacağı önlemleri almaya sevk etmektedi. Başka bir deyişle, devletlerin kendi içlerinde sağladıkları otoriteyi (iç siyasetteki hiyerarşi de denebilir) uluslararası sistemde görmek mümkün olmadığı için (ya da Hobbes’un ifadesiyle uluslararası alanda doğa hali devam ettiği için) devletler kendi güvenliklerini sağlamada sadece kendilerine güvenebilirler. Bu nedenle de devletler uluslararası ilişkilerinde sürekli olarak güçlerini artırarak, diğer devletler karşında daha güçlü olmaya gayret ederler.
Realist kuramın öngürdüğü anarşik uluslararası sistem içerisinde devletler sürekli bir güç ve çıkar mücadelesi içerisinde olduklarından, bu durum devletlerin işbirliği yapmalarının önünde önemli bir engel olarak ortaya çıkar. Yine de, devletlerin sürekli güçlerini arttırma çabalarının yanı sıra, geçici ittifaklar kurarak diğer devletleri dengelemeye çalıştıklarını da görürüz.
Realist kuram, insanların doğasının iş birliğine yatkın olmadığını, aksine rekabetçi ve bencil bir yapıya sahip olduklarını ileri sürmekte ve bunu da güvende olmama durumunun temel sebeplerinden saymaktadır. Bu varsayım aynı zamanda güçlü bir idealist eleştiridir. Zaten, daha 1930’lu yıllarda yazan E. H. Carr, İdealistleri uluslararası politikanın özünde yer alan güç kavramını tam olarak anlamadıklarını ileri sürmüştür.
Bu temel çerçevede realist kuramın güvenliğe bakışının dört ana varsayıma dayandığını söylemek mümkündür. Bunlar; uluslararası sistem, devletlerin üzerlerinde bir otoritenin varlığını tanımamaları anlamında anarşik bir yapıdadır; uluslararası ilişkilerin temel aktörleri devletlerdir; uluslararası sistemin anarşik yapısından dolayı devletler dış ilişkilerinde öncelikle güçlerini artırmayı hedeflerler; devletlerin ilgilendiği politikalar arasında en önemlisi güvenlik meselesidir ve bu da daha ziyade askeri güvenlik anlamında ele alınır.
Zaman içerisinde realist kuramın farklı boyutlarını öne çıkartan versiyonları gelişmiştir. Bunlar arasında daha öne çıkan üç versiyon Politik Realizm, Yapısal Realizm ve Neoklasik Realizmdir. Bunların her birinin güvenlik kavramını ele alışlarında nüanslar vardır.
Realist kuramın öncüsü olan Klasik Realizm, devletlerin bütüncül ve rasyonel aktör olarak politikalar ürettiği ileri sürer. İnsan doğası, güç siyaseti ve rekabetin politikaların temelini oluşturduğu söyler. Klasik realizme göre devletlerin uluslararası alanda güç peşinde koşmasının temelinde insan doğasının özellikleri yatar. Ayrıca devletlerin uluslararası sistemdeki yerlerini sahip oldukları gücün belirlediği ileri sürer. Bu kapsamda ulusal güvenliğin sağlanması da klasik realizm açısından devletler için en birincil konudur. Klasik realistler ulusal güvenlik konularının devletler için “yüksek politika” konusu olduğunu ileri sürerler. Ulusal güvenlik dışında kalan konular ise ulusal güvenliği destekleyecek ikincil alanlardır. Uluslararası politikadaki çıkar çatışmalarının temel nedeni olarak insan doğasını gösteren Morgenthau, devletlerin güç temelleri politikalarını açıklarken altı ilke ileri sürmüştür. Buna göre, siyasetin ana belirleyicisi bencil ve çıkarcı olan insan doğasıdır; ulusal çıkarlar güç ile tanımlanır; güç cinsinden çıkarlar mekandan ve zamandan bağımsızdır ve sabit bir tanımla sınırlandırılamaz; dış politika evrensel ahlak değerleriyle değerlendirilemez; esas olan devletlerin ulusal güçleridir; uluslararası politikadaki temel aktör devlettir. Politik eylemlerin, idealistlerin aksine, siyasi kriterlerle değerlendirmesi gerektiğini söyleyen Morgenthau’ya göre devletlerin uluslararası ilişkilerdeki politikalarını sahip oldukları ulusal güç belirler. Morgenthau, uluslararası barışın sağlamasındaki en önemli noktanın devletlerin ulusal güç konusunda fikir birliğine varması olduğunu söyler.
İki dünya savaşı arası dönemde ve erken Soğuk Savaş döneminde uluslararası güvenlik yazınının büyük ölçüde Klasik Realizm kuram perspektifinden oluştuğunu söylemek mümkündür. Klasik realist kuram için savaş anarşik sistemin doğal halinin bir parçasıdır. Savaş, devletlerin etkileşimindeki parçalardan biridir ve farklı düzeylerden açıklanabilir. Bu anlayışa göre savaşlar insan doğası, iç politika dinamikleri ve anarşik uluslararası sistem ile açıklanabilir.
1970’lı yıllarda literatüre hakim olmaya başlayan neorealizm’e göre ise uluslararası sistemin anarşik özelliği değişmez ve devletlerin politikalarını çerçeveleyen ana unsurdur. Neorealistler uluslararası sistemde merkezi bir otoritenin olmadığı konusunda klasik realistlerle hemfikirdirler. Neorealistlere göre bu yaklaşımlar uluslararası sistemin özellikleri ve etkilerini yok saymaktadırlar. Devletleri güç peşinde koşmaya ve var olma mücadelesine yönlendiren esas unsur uluslararası sistemin anarşik yapısıdır. Kenneth Waltz’a göre uluslararası sistemin üç temel özelliği vardır. Bunlar iç politikanın yapısı, düzenleyici yasalar ve kapasitelerin dağılımıdır.
Bu anlayışa göre iç politikada geçerli olan hiyerarşik düzen ve düzenleyici yasalar uluslararası sistemde yoktur. Uluslararası sistemin aktörleri olan devletler eşittir ve üst bir otorite bulunmamaktadır. Uluslararası sistemde devletlerin gücü eşit olmayan bir şekilde dağılmıştır. Devletlerin kapasite farklılıkları uluslararası sistemdeki yerlerini ve diğer devletleri etkileme gücünü de etkilemiştir. Bu bakımdan, neo-realizm, uluslararası sistemin devletlerin güç mücadeleleriyle oluştuğunu ve oluşan anarşik yapının devletleri sınırlandırdığını ileri sürmüştür. Neo-realizm de realizm kuramına benzer şekilde devletleri uluslararası sistemin ana aktörü olarak kabul etmektedir.
Uluslararası sistemde devletler ulusal çıkarlarını gözetmektedir. Güç kavramı, ulusal çıkarların elde edilmesi ve devletin sürekliliğinin sağlanabilmesi için uluslararası sistemde önemli bir yer tutmaktadır. Neorealizm’i klasik realizm’den ayrıan temel nokta güç kullanımıdır. Neorealistlere göre güç gerektiğinde başvurulabilecek bir araçken, klasik realistler için ulaşılması gereken bir amaç ve araçtır. Neo-realist kurama göre uluslarararası sistemdeki çatışmalar ve savaşlar güvensizliği de beraberinde getirecektir. Bu sebepten dolayı güç, ulusal çıkarlara ulaşmak ve devletin sürekliliğini sağlamak için devletlerin edinmesi gereken bir araçtır. Devletler, ulusal çıkarları veya güvenlikleri tehdit edildiğinde bu gücü kullanabilirler. Neo-realizme göre araç olarak kullanılan güç, uluslararası sistemi tehdit edecek sorunlara da karşı diğer devletler ile işbirliği içerisinde de kullanılabilir.