Online güvenlik derslerinin ilk modülünde Güvenlik Çalışmaları alanında öne çıkan farklı kuramsal yaklaşımları ele alacağız. Fakat bu yaklaşımlara geçmeden önce güvenlik kavramının farklı tanımlamalarını ve çerçevesini ortaya koymak farklı kuramların güvenliğe nasıl yaklaştıklarını anlamamız için de faydalı olacaktır.
Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Çalışmaları alanlarında yoğun bir şekilde üzerinde çalışılan güvenlik kavramı, en temel şeklinde, “bireylerin kendilerine yönelen gerçek veya algılanan bir tehditten arî olmaları hali” olarak tanımlanabilir. Benzer şekilde, tersinden, yani “güvensizlik” tanımlamasından yola çıkarak güvenliği, kimin veya neyin güvenliği hakkında konuşuyorsak onun “varlığının sürdürebilirliğini tehdit eden herhangi bir durumun olmaması hali” olarak da tanımlayabiliriz. Uluslararası ilişkiler disiplininde öne çıkan güvenlik tanımlamaları bazıları şu şekildedir.
Fakat bu tanımlamaların güvenliğin unsurlarını tespit etmek için bize sunduğu alan fazlasıyla geniştir. Bu nedenle güvenliği tanımlarken ele alınan güvenlik sorununa bağlı olarak çok çeşitli tanımlamalar yapılabilir. Prof. Açıkmeşe’nin videoda da belirtildiği üzere, güvenlik tanımı yapılırken sıklıkla önce güvensizliğe neden olan tehditler tespit edilip, sonra bu tehditlerin olmaması durumunun güvenlik olarak tanımlandığını görürüz (Örneğin bkz. Güvenlik İkilemi; Bilgiçi 2011.)
Öte yandan bu tür olay odaklı bir yaklaşım dahi bize güvenliğin unsurları hakkında bütüncül tanımlama yapma imkânı vermez. Bugün devlet güvenliğinden ulusal güvenliğe, çevre güvenliğinden, sağlık güvenliğine kadar çok farklı alanlarda güvenliğin ve güvenliğe yönelik tehditlerin tanımı yapılmakta ve her farklı güvenlik sorunu için güvenliğin öznesi, nesnesi, tehditlerin ne olduğu ve bu tehditlere karşı güvenlik sağlamak için nasıl önlemler alınabileceği soruları değişik şekillerde ele alınabilmektedir.
David Baldwin 1997’de yazdığı bir makalede güvenlik kavramına ve aslında güvenlik sorunsalına farklı sorular ile yaklaşarak kavramsal bir çerçeve çizmeyi amaçlamıştır. Bu doğrultuda güvenliğin temel unsurlarına yönelik 7 farklı soru çerçevesinde güvenlik kavramı tanımlaması yapmıştır. Bu sorular şunlardır:
Baldwin’e göre herhangi bir güvenlik sorununu analiz ederken bu soruları yöneltmek bize farklı unsurları ile güvenliği kapsamlı bir şekilde tanımlama imkânı sağlayacaktır. Bunlar aynı zamanda güvenlik sorununa hangi kuramsal bakış açısı ile yaklaştığımızın ötesinde, sorunun özünü tanımlamamıza yardımcı olacak temel unsurları belirlememizde de yardımcı olacaktır. Buradan hareketle, bu derste “güvenlik” kavramının çerçevesini belirlerken, Baldwin’in “soru temelli” yaklaşımını kullanacağız ve bir taraftan Baldwin’in birlikte ele alınabilecek sorularını birleştirerek sorgularken, diğer taraftan “kimin tarafından güvenlik?” gibi yeni sorular da ekleyerek, anlamlı bir güvenlik kavramı çerçevesi çizmeye çalışacağız.
Güvenlik çalışmalarında hangi konu üzerinde çalışıldığı fark etmeksizin güvenliğin nesnesinin, yani güvenliği tehdit edilenin kim/ne olduğunun tanımlanması en temel gerekliliktir. Yukarıda da belirtildiği üzere, güvenlik genellikle tehditlerin ne olduğundan yola çıkarak, bu tehditlerden arî olma durumu olarak tanımlanmaktadır. En klasik şekliyle güvenliğin nesnesi olarak, Uluslararası İlişkiler disiplininde analiz seviyeleri olarak kullanılan birey (insan), devlet ve sistem alınabilir. Zaman içinde bunlara ulus-toplum da eklenmiştir. Bu liste Soğuk Savaş sonrası gelişen ve dönüşen güvenlik çalışmaları çerçevesinde daha da genişlemiş ve toplum, çevre, ekonomi gibi “yeni güvenlik nesneleri” de alandaki çalışmalarda yer bulmaya başlamıştır. Bu farklı güvenlik alanlarına Modül 2’de daha detaylı değineceğiz.
Yine de, güvenliği tehdit altında olabilen yeni nesneler tanımlamak mümkünse de, bu soru tek başına bize güvenliğin tehdit edildiği durumlarda kimin güvenliği tesis ettiği sorusunun cevabı ile ilgili bir fikir vermemektedir. Dolayısıyla tek başına güvenlik kavramını tanımlamak için yeterli değildir.
Uluslararası İlişkiler alanında ve bunun bir alt dalı olarak Güvenlik Çalışmalarında güvenliği tesis eden temel özne olarak devletler öne çıkmaktadır. Bunun temelinde iki yerleşik varsayım vardır: Birincisi devletler kendi sınırları içerisinde yaşayan bireylerin, ulusun ve toplumun güvenliğini sağlamakla sorumlu birincil aktörlerdir. İkinci olarak, özellikle klasik askeri tehditlere karşı güç kullanma hakkı devletlere atfedilmiştir. Fakat, bu şekilde devletlerin “koruma sorumluluğuna” sahip olması, kavramın öngördüğü “sorumlu devlet” modelinin ötesine geçtiği birçok örneği de beraberinde getirmiştir. Evren Balta bu kavramın temel unsurlarını şu şekilde anlatmaktadır.
Öte yandan, günümüzde güvenliği sağlayıcı aktörler olarak sadece devletleri ele almak da kısıtlayıcı bir bakış açısıdır. Özellikle devletlerin toplumlara ya da bireylere karşı oluşturdukları güvensizlik durumlarında bu rolü devletlerin dışındaki aktörlerin yerine getirdiğini görmekteyiz. Bu tür durumları daha iyi anlamak içinse askeri tehditler ile sınırlı olmayan bir tehdit tanımı gereklidir. Örneğin, devletlerin sınırları içerisindeki ulusun belirli bir kesimini oluşturan kimlik gruplarına yönelik dışlayıcı, ayrımcı veya asimilasyonu hedefleyen politikalar karşısında bu gruplar kimliklerini sürdürebilmek için farklı korunma yollarına başvurabilirler. Bu da bizi “hangi araçlarla güvenlik?” sorusuna götürür.
Güvenliğin tesis edilmesi için kullanılacak araçlar önceki soruların cevapları ile doğru orantılı olacaktır. Kimin güvenliği ve güvenliğin kim tarafından sağlandığı sorularına verilen cevaplar ele alınan güvenlik sorunları ile bağlantılı olarak şekillenir. Güvenliğe yönelik tehditler ise “gerçek” veya “algılanan” kategorilerinde ve her analiz seviyesindeki güvenlik nesneleri ve aktörleri için veya daha genel olarak güvenliğin gündemi içerisinde ele alınabilecek her konu için farklı olarak tanımlanabilmektedir. Bu çerçevede Haldun Yalçınkaya değişen güvenlik gündemi ile tehditler ilişkisini şu şekilde irdelemektedir:
Hangi tehditlere karşı güvenliğin sağlanacağının belirlenmesi, bunun için kullanılacak araçların belirlenmesini de sağlamaktadır. Zira farklın tehditler farklı araçların kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Örneğin, en genel anlamda askeri tehditlere karşı aktörler askeri önlemler ve güç kullanımı yoluyla güvenliği tesis etmeye çalışacaklardır. Öte yandan, güç kullanımı sadece askeri güç ile sınırlı olmayıp, diplomasinin farklı şekilleri ile de karşımıza çıkabilmektedir.
Benzer şekilde, özellikle Soğuk Savaş sonrası güvenlik yazınında sıklıkla ele alınmaya başlanan ekolojik güvenlik, siber güvenlik gibi birçok farklı alanda güvenliğin tesisi için yeni güvenlik araçları gerekli olmuştur. Zira bu tür sorunlar örneğin askeri güç kullanarak çözümlememektedir.
Bu araç arayışlarında belirleyici unsur daima tehdidin ne olduğu ve güvenliği sağlayan aktörlerin bu tehditler karşısında hangi kapasitede ne tür araçlara sahip olduklarıdır. Örneğin ekolojik güvenliğin tesis edilmesi büyük olasılıkla askeri araçlar yerine ekolojik sürdürülebilirliğe yönelik aksiyonlar gerektirirken, siber güvenlikle ilişkili sorunların çözümü için yine teknolojinin imkanlarını kullanarak karşılık vermek gerekecektir.
Uluslararası İlişkiler terminolojisine John H. Herz’in Politik Realizm ve Politik İdealizm (1951) kitabıyla giren güvenlik ikilemi (“security dilemma”) kavramı bize farklı aktörlerin güvenlik algılarının çatıştığı durumlarda bir tarafın güvenliğinin nasıl diğer taraf için güvensizlik durumu oluşturabileceğini anlatır. Benzer şekilde, güvenlik tehditlerine karşı alınan önlemlerle ilgili olarak sıklıkla bir tarafın diğer aktörler için oluşturduğu tehditlerin aslında ilgili birimin kendi güvenliğini sağlamak için başvurduğu önlemler olduğu argümanına rastlamak mümkündür.
Bu çerçevede, her devletin kendi ulusal güvenliğinin çerçevesini çizerken farklı değerlere atıfta bulunduğunu görürüz. Toprak bütünlüğü, egemenlik, bağımsızlık gibi değerlerle birlikte küresel ekonominin parçası olma, ulusal kimliğin temel unsurlarının korunması gibi unsurlar bu şekilde ulusal çıkarların parçası olarak güvenliğin çerçevesini belirlemek için kullanılan değerler arasındadır.
Öte yandan güvenliğin sağlanması için kullanılan araçlardan doğan bedeller de söz konusudur. En bilinen örneklerden biri ulusal güvenliğin sağlanması için devletlerin vatandaşlarının bireysel özgürlüklerini kısıtlayıcı politikalar izlemeleridir. Böyle bir durum ortaya çıktığında kimin güvenliğinin (bu örnekte devlet mi vatandaş mı?) daha ön planda tutulduğu sorusu önem kazanmaktadır. Nitekim, ulusal çıkarlar adı altında bu tür uygulamalara baş vurulması her ülkede farklı yeni güvensizliklerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Yukarıda “koruma sorumluğu” konusunda belirtildiği gibi, güvenliğin gündeminin tanımlanması ve tesisi için yine belirli aktörlere atfedilen rollerden doğan problemler ortaya çıkabilmektedir.
Ne kadar güvenlik sorusunun cevabı, güvenlik/güvensizlik ikiliği karşısında güvenliğin sağlandığı noktaya kadar güvenlik olarak verilebilir. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, güvenliği sağlayan aktörlerin niyetleri ve kullandıkları araçların doğurabilecekleri diğer güvensizlik durumları da göz önünde bulundurularak, bir anlamda güvenlik önlemlerinin yan etkilerinin de tespit edilmesi gerekmektedir.
Bütün bu unsurların tanımı ve tespitinin ne kadar kapsayıcı bir şekilde yapıldığı da güvenliğin ne kadar süreyle tesis edilebileceğinin belirlenmesindeki ana unsurdur. Bugün dünyanın pek çok bölgesinde çözümlenemeyen güvenlik problemlerinin varlığı, dondurulmuş çatışmalar ve şiddetin dalgalar halinde yeniden ortaya çıkması durumları, sağlanan güvenlik halinin uzun vadede sürdürülebilmesi için gerekli olan kapsayıcı tespitlerin önemini ortaya çıkartmaktadır.