Bölgesel jeostrateji devletlerin belli bir bölgeye yönelik olarak geliştirdikleri stratejileri ifade etmektedir. Bu stratejiler söz konusu devletin içinde bulunduğu bölge ya da komşu bölgelere yönelik olabileceği gibi, coğrafi olarak çok uzak bir bölgeye yönelik de olabilir. Burada belirleyici olan söz konusu devletin bu bölgede gerçekleştirmeyi planladığı çıkarlar ve bunları gerçekleştirebilme kapasitesidir. Devletlerin güç hiyerarşisindeki konumlarına uygun jeostratejiler belirledikleri bilgisi doğrultusunda büyük güçler küresel jeopolitik çıkarları çerçevesinde küresel jeostratejiler formüle ederken, orta büyüklükteki güçler (middle powers) ise daha çok bölgesel jeostratejiler belirlerler.
Orta büyüklükte güç kavramı, bölgesel siyaseti etkileyebilen ancak küresel siyaset üzerindeki etkileri marjinal veya bölgesel siyasetin yan etkisi olarak dolaylı şekilde ortaya çıkan devletleri ifade etmektedir. Orta büyüklükteki güçler büyük ölçüde bölgesel güçlerdir ve bu nedenle de bölgesel jeostratejilere sahiptirler.
Burada söz konusu olan bölge, orta büyüklükteki gücün kapasiteleriyle orantılı olarak genellikle kendi yakın çevresidir. Bu anlamda coğrafi olarak dünyanın kendisine çok uzak bölgelerine yönelik stratejiler geliştiren büyük güçlerden ayrılmaktadırlar. Fakat bu büyük güçlerin de bölgesel stratejilere sahip olmadıkları anlamına gelmez. Büyük güçler de kendi küresel stratejilerine uygun, hatta bunun uygulamasını destekleyici bölgesel stratejilere sahiptirler. Bu bölgesel stratejilerin toplamı küresel stratejinin kendisini oluşturmaktadır.
Türkiye orta büyüklükte güç olarak tabir edilen bu devletler arasında yer almaktadır. Statüsü, coğrafi konumu ve bu konumuna bağlı olan tarihi ve kültürel bağları Türkiye’ye komşularını etkileme şansı tanımakta ama küresel bir politika izlemesine izin vermemektedir. Türkiye, orta büyüklükte bir güç olmasının yanı sıra, coğrafi konumunun belirleyici bir güç unsuru olması nedeniyle de bölgesel jeostrateji izleyen devletlerin iyi bir örneğini oluşturmaktadır.
Asya ve Avrupa olmak üzere iki kıtaya yayılan topraklara sahip olan Türkiye’nin bu konumu Türkiye’ye bu iki kıtanın ötesinde Avrasya perspektifinden de yaklaşılmasını beraberinde getirmektedir. Bunun ötesinde Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği noktada yer almasının yanı sıra Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar gibi üç bölgeye de komşudur. Bu bölgelerin dışında Türkiye’nin coğrafi olarak komşu olmasa da Orta Asya bölgesi ile bağları vardır. Ayrıca Akdeniz ve Karadeniz gibi iki büyük deniz ve bunların hinterlandındaki bölgelerle çevrilidir. Bu iki deniz arasındaki bağlantı yine Türkiye toprakları üzerinde bulunan Boğaziçi ve Çanakkale Boğazlarından sağlanmaktadır.
Avrupa ile Asya’nın Boğaziçi üzerine kurulan köprüler aracılığıyla birbirine bağlı olması Türkiye’ye atfen “köprü” benzetmesini somutlaştırmaktadır. Boğazlara sahip olmak, Türkiye’ye uluslararası siyasette söz sahibi olma fırsatını veren jeostratejik öneminin bir başka yönüdür. Bunların yanı sıra Türkiye endüstriyel Batı ile enerji kaynakları bakımından zengin bölgeler arasında yer almaktadır. Bu anlamda Türkiye, jeostratejik konumu sayesinde çok çeşitli jeostratejik seçeneklere sahiptir. Petrol ve doğal gazın, Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ve son zamanlarda Akdeniz’den dünyanın geri kalanına, özellikle Avrupa’ya ulaştırılması gerekliliği, bu bölgeler arasında yerleşik Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin kendisi enerji kaynaklarına sahip olmamasına rağmen, enerji Türk jeopolitiğinin önemli bir dinamiği haline gelmiştir.
Türkiye’nin jeostratejisi esas olarak komşu bölgelere odaklanmaktadır. Bu anlamda Türkiye, jeostratejisi, çıkarlarını ilgilendirdiğini düşündüğü dünyanın herhangi bir bölgesini kapsayan ABD’den farklıdır. Bunun nedeni, ABD’nin coğrafi olarak kendi topraklarından uzak olsalar bile dünyanın birçok farklı bölgesinde bu çıkarlarını sürdürme kapasitesine sahip olmasıdır. Böyle bir kapasiteye sahip olmayan Türkiye’nin bu kapsamda stratejiler geliştirmesi söz konusu değildir. Menfaatleri daha çok komşu bölgelerle ilgilidir ve dolayısıyla stratejileri bu bölgeleri kapsamaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin farklı bölgelerle ilişkileri olan ve buna bağlı olarak farklı bölgelerle ilgili politika geliştiren ve izleyen bir aktör olması, bu bölgelerden sadece biri ile özdeşleştirilmesini zorlaştırmakla birlikte jeopolitik konumunu güçlendirmektedir. Bu da aslında Türkiye’nin nemli jeostratejik hedeflerinden biridir.
Türkiye’nin bu bağlamda bölgesel jeostratejisi çoğunlukla diplomatik araçları içerir. İyi ikili ilişkiler geliştirmek, uluslararası kuruluşlara üye olmak veya yeni uluslararası kuruluşların kurulması yönünde girişimlerde bulunmak Türkiye’nin bu bağlamda izlediği stratejilerden bazılarıdır. Sadece bölge devletlerinden değil, çoğu durumda küresel güçlerden oluşan ittifaklarda yer almak da Türkiye’nin tanımladığı ve uyguladığı bir başka stratejidir.
Diplomatik faaliyetlere ek olarak Türkiye’nin, bölgesel jeostratejileri devlet kurumlarının yanı sıra özel aktörlerin etkin katılımıyla gerçekleşen ekonomik ilişkileri de kapsamaktadır. Nitekim, ekonomik bağlara dayalı ilişkiler uzun süreli ve istikrarlı olarak görüldüğü için bölgesel jeostratejinin önemli bir ayağını oluşturur. Ekonomik ilişkilerin ülkeler arasındaki sorunların çözümünde oynadığı rol bu noktada belirleyici olmakla birlikte, devletler açısından ekonomik ilişkiler diğer ülkeler üzerinde etkinlik kurmanın bir yolu olarak da görülebilmektedir. Böylece bölge ülkeleriyle geliştirilen ekonomik ilişkiler yoluyla bölgenin önemli bir aktörü haline gelmek ve hatta bölgesel lider olmak stratejinin temelini oluşturmaktadır.
Bütün bunların yanı sıra Türkiye’nin bölgesel stratejisi askeri güç kullanımını da içermektedir. Her ne kadar bu noktada Türkiye genel olarak uluslararası ittifaklarla birlikte hareket etmeyi tercih etse de, ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen komşu bölgelerde tek taraflı askeri operasyonlar uygulamaktan da çekinmemektedir. Benzer biçimde içinde bulunulan ittifak bağları ve yükümlülükleri kapsamında çevre bölgelerinde gerçekleşen uluslararası askeri operasyonlarda aktif rol almak konusunda da istekli davranmaktadır. Bu girişimlerden beklenen sonuç, askeri operasyonlar sonrasında ortaya çıkacak yeni yapıda söz sahibi olmak ve böylece ilgili bölgede etkin bir aktör pozisyonu elde etmektir. Benzer bir amaçla insani müdahaleler ve barış misyonları da desteklenmektedir.
Bölgesel jeostratejiye dair bir örnek de Avrupa Birliği’nden (AB) verilebilir. Soğuk Savaş sona erdiğinden beri kendisini küresel bir güç olarak konumlandırma yönünde adımlar atan AB’nin özellikle sınırlarının dayandığı jeopolitik alanlara dair formüle ettiği bölgesel jeostratejileri mevcuttur. Bu kapsamda AB’nin Komşuluk Politikası’ndan ( The European Neighborhood Policy) söz edilebilir. Birliğin sınırlarının dayandığı bölgelerde güvenlik, istikrar ve refahın sağlanması hedefiyle 2004 yılında hayata geçirilen bu politika güneyde Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Libya, Fas, Tunus, Suriye (donduruldu) ve Filistin’i, doğuda Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Gürcistan, Moldova Cumhuriyeti ve Ukrayna’yı kapsamaktadır.
Komşuluk politikası kapsamına dahil edilen ülkelere herhangi bir üyelik perspektifi sunulmamakta, buna karşın AB’nin desteğinden faydalanmak koşulluluk temeline dayandırılmaktadır. Özellikle istikrar odaklı siyasi ve ekonomik reformları uygulayan komşular politikadan faydalanabilmektedir. Komşuluk politikasının bu tek taraflı perspektifi en çok eleştirilen yönü ve AB’nin aslında dış sınırlarını çizdiğinin de göstergesi olmuştur. Komşuluk politikasının coğrafi kapsamı, Doğu Avrupa ve Akdeniz gibi birbirinden coğrafi, siyasi ve kültürel açıdan çok farklı bölgeleri tek bir politika altında birleştirir, ki bu da eleştirilmektedir. Söz konusu coğrafi kapsam bir başka açıdan, AB’nin enerji jeostratejisinin parçası ya da tamamlayıcısı olarak değerlendirilebilir. Birliğin söz konusu bölgelerden kaynaklanan ve karşı karşıya olduğu yasadışı göç, uyuşturucu ve insan ticareti gibi güvenlik sorunları zaten politikanın ana hedefleri olarak tanımlanmıştır. Bir diğer açıdan ise AB’nin küresel bir aktör olarak küresel nüfuzunu artırma ya da genişletme hedefinin, yani küresel stratejisinin de tamamlayıcısıdır.