İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde jeopolitik, bir önceki derste bahsedildiği gibi Alman jeopolitik geleneğinin Nazi Almanya’sının yayılmacı ve saldırgan politikalarına katkı sağlaması, dolayısıyla İkinci Dünya Savaşının çıkmasıyla ilgili olumsuz çağrışım uyandırması nedeniyle, bu isim altında bir araştırma alanı olarak gözden düşmüştür. Kuşkusuz bu, jeopolitik odaklı çalışmaların yapılmadığı anlamına gelmez. Nitekim, bu dönemde jeopolitik ile ilgili çalışmalar özellikle ABD’de Uluslararası İlişkiler alanına entegre edilmiştir. Cohen’in ifadesiyle, “Amerika’nın Soğuk Savaş savaşçıları jeopolitiği, Sovyetler Birliği’ne karşı koyma politikasının temeli olarak benimsediler” (Cohen, 2015: 28).
Bu anlamda önde gelen bir isim Amerikalı diplomat ve tarihçi George Kenan’dı. Kennan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’ne karşı ABD jeostratejik düşüncesinin temeli olarak ‘çevreleme’ politikasını öneren kişiydi. Çevreleme politikasının ana kaynağı, Kennan’ın 1947’de X takma adıyla Foreign Affairs dergisinde yayımladığı “Sovyet Tutumunun Kaynakları” (Sources of the Soviet Conduct) başlıklı makaledir. Kennan, Harry Truman’ın Başkanlığı sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde görev yaptığından çevreleme politikasının hayata geçmesini destekleyebilecek bir konumdaydı.
Kennan’a göre çevreleme, “Sovyet politikasının değişimleri ve manevralarına tekabül eden, sürekli değişen bir dizi coğrafi ve politik noktada karşı-güç uygulanmasıdır” (X/Kennan, 1947: 7). Bu şekilde Sovyetler Birliği’nin gücü ya aşamalı olarak yumuşayarak ya da tamamen çözülüp sona erecekti. Buradaki temel fikir, Sovyetler Birliği’nin ideolojisini diğer ülkelere dayatmasını engellemekti. Bu amaçla gelişmekte olan ülkelere ekonomik ve askeri yardım sağlamak çevreleme politikasının ana unsuru olarak öne çıkıyordu. Kennan ayrıca ABD’nin ekonomik gücünü Avrupa ve Japonya’nın yeniden büyük güç statüsüne ulaşmalarını desteklemek üzere kullanması gerektiğini de öne sürmüştü.
Kennan’ın bu vizyonu ilk olarak 1947’de Truman Doktrini’nde ve ardından da 1948’de Marshall Planı’nda hayata geçmiştir. NATO’nun 1949’da kuruluşu da çevreleme stratejisinin militarizasyonu anlamına geliyordu, ki bu da yumuşama (detant) dönemi hariç, çevreleme stratejisinin Soğuk Savaş’taki temel karakteri haline gelmişti. Buna karşın Kennan, militarist karakterin çevreleme stratejisini doğru yansıtmadığını, siyasal ve ekonomik araçların çok daha önemli olduğunu öne sürerek, kendini uygulanan çevreleme politikasından uzaklaştırmıştı (Sempa, 2002: 87).
Çevrelemenin hayata geçirilmesine zemin hazırlamış olan bir diğer yaklaşım da ‘domino teorisi’ olarak ifade edilebilecek anlayıştır. Buna göre, bir bölgede bir ülkenin komünizmin etkisi altına girmesine izin verilirse, çevredeki ülkeler de domino etkisiyle onu izleyebileceklerdi. İlk olarak 1947’de William Bullit tarafından dile getirilen (Cohen, 2015: 29) ve ardından John F. Kennedy ile Richard Nixon’ın başkanlık dönemlerinde politikalarına uyarlanan domino teorisinin uygulanışını pratikte en iyi yansıtan örneklerden biri Vietnam Savaşı (1963-1973) olmuştur. Zira ABD’nin Vietnam Savaşı’na dahil olmasının nedeni, Güneydoğu Asya’nın diğer ülkelerini komünizmin yayılmasından kurtarmak, başka bir deyişle Vietnam savaşından kaynaklanacak domino etkisini önlemekti.
ABD eski Dışişleri Bakanı (1973-1977) Henry Kissinger da Soğuk Savaş döneminin jeopolitiğine etki etmiş isimlerden birisidir. Kissinger, yalnızca uygulamada değil, teoride de jeopolitiğin önemini vurgulamış ve jeopolitiğe Soğuk Savaş döneminde kaybettiği prestiji geri getirenler arasında yer almıştır. Kissinger’ın terimi yeniden kullanması ve kullanımını teşvik etmesinin altında yatan neden, esasında Amerikan dış politikasını reel-politiğin güç dengesi perspektifine geri döndürme çabasıdır (Hepple, 1986: 26). Kissinger’ın jeopolitik literatürü ve pratiğine kazandırdığı en önemli kavram ‘bağlantı’ (linkage) olmuştur. Kavram, dünyanın herhangi bir bölgesindeki bir sorunun süper güçler arasındaki dengeyi etkileyecek düzeyde ‘ilişkili’ -bağlantılı- hale geldiğine işaret etmekteydi. Örneğin, Batı Bloğunun Asya’da ortaya çıkan bir durum karşısında ilgisizlik göstermesi ya da etkisiz kalması, aslında Ortadoğu’daki güvenirliğini kaçınılmaz olarak aşındıracaktı. Bu şekilde Kissinger, Batı’nın dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ve kendilerini doğrudan ilgilendirmiyor görünen bir sorunu dahi, genel olarak bloklar arası dengeyi etkileyeceği için göz ardı edemeyeceğini ifade etmekteydi (Cohen, 2015: 30). ABD’nin Vietnam savaşını meşrulaştırmak için de kullanılan bu yaklaşım, süper güçler arası müzakerelere de uyarlandı ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında herhangi bir konuda sürdürülen müzakerelerin başka siyasi sorunlarla ilişkilendirilerek pazarlık edilmesi anlayışını doğurdu (Bull, 1980: 486).
Çevrelemeye jeopolitik mercekle yaklaşan bir diğer etkili isim ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Zbigniew Brzezinski olmuştur. Brzezinski’nin 1986’da yayınladığı Game Plan: A Geostrategic Framework for the Conduct of the U.S.-Soviet Contest başlıklı kitabı özünde çevreleme stratejisi bağlamında yazılmıştı. Brzezinski’ye göre, Sovyetler Birliği’ni kontrol altına almak için, jeopolitik konumları nedeniyle ‘kilit’ durumunda olan devletler üzerinde kontrolü ele geçirmek zorunluydu. Brzezinski’ye göre o dönemdeki kilit devletler Almanya, Polonya, İran, Afganistan-Pakistan, Güney Kore ve Filipinler’di. Brzezinski için ABD-Sovyet çatışması bitmeyen bir oyundu ve kilit devletlerin kontrolü ABD jeostratejisinin en gerekli unsuruydu (Cohen, 2015: 30). Brzezinski’nin jeopolitik tezi, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra popüler hale geldi, zira bu dönemde ABD’nin küresel politikaları giderek Brzezinski’nin jeopolitik vizyonunu yansıtır hale geldiler.