Literatürde savaşlar farklı ölçütler çerçevesinde sınıflandırılmaya çalışılmıştır. Savaşın biçimini ve niteliğini belirleyen unsurlar olarak güç kullanan topluluğun niteliği ve büyüklüğü, kullanılan şiddetin ve araçların türü, kullanılan yöntem gibi birçok farklı ölçütlere göre yapılmış sınıflandırmalara rastlamak mümkündür. Savaşları yoğunluk dereceleri ve kapsadığı coğrafi alanın büyüklüğüne göre topyekûn savaş-sınırlı savaş, kullanılan silahların türüne göre konvansiyonel savaş-nükleer/biyolojik/kimyasal savaş, kullanılan yönteme göre düzenli savaş-gerilla savaşı, savaşan tarafların niteliklerine göre uluslararası savaş-iç savaş-asimetrik savaş, savaşan tarafların nitelik ve bu niteliklerinden kaynaklanan güdülere göre dini savaş-etnik savaş ve son olarak, silahlı çatışma ile ideolojik çatışma ayrımına göre sıcak savaş-soğuk savaş gibi ayrımlar yapılabilir.
Söz konusu ayrımların hiçbiri mutlak değildir. Bir kategoriye dahil olan bir savaş aynı zamanda başka bir kategori ile de tanımlanabilir. Bu şekilde örneğin etnik/dini savaş olarak sınıflandırılabilecek bir savaş aynı zamanda tarafları açısından iç savaş da olabilir.
Topyekûn savaş, çatışan tarafların kesin zafer elde etme hedefiyle askeri, ekonomik ve hatta ideolojik tüm kaynaklarını seferber ettikleri savaşlardır. Belirli silahlarla, belirli bir savaş alanında askerlerin çarpıştıkları savaşların aksine, topyekûn savaşlarda nüfusun tamamı asker, ülkenin tamamı savaş alanıdır. Asker ile sivil arasındaki ayırım kaybolur ve askerlerle birlikte siviller ve sivillere ait alanlar da savaşa dâhil edilir. İkinci Dünya Savaşı topyekûn savaşın en önde gelen örneklerindendir.
Sınırlı savaş, topyekûn savaşın aksine, hedefleri, kullanılan silahlar ve savaş alanı açısından sınırlı tutulan savaşlardır. Düşmanın askeri, ekonomik, toplumsal kaynaklarının topyekûn tahribatı hedeflenmez. Avrupa’da din savaşları ve Napolyon savaşları dışında, Birinci Dünya Savaşı’na kadar görülen tüm savaşlar büyük ölçüde bu özelliktedir. Sınırlı savaş 19. yüzyılda Clausewitz dışındaki stratejistler tarafından ele alınmamış, savaşların kapsam olarak kendisi sınırlı olsa da strateji olarak topyekûn yok etme savunulmuştur. Ardından, iki savaş arası dönemde Liddle Hart tarafından Strateji: Dolaylı Tutum eserinde öne çıkarılmış ve ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından nükleer çağda stratejik çalışmaların konusu olmuştur.
Konvansiyonel savaş, konvansiyonel silah sistemlerinin kullanıldığı, çatışan tarafların birbirlerinin savaşma iradesini kırmaya çalıştıkları, geleneksel çatışma şeklini temsil eden savaşlardır. Bu savaşlarda nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar kullanılmaz; silahlı kuvvetlerin kara, hava ve deniz gücü olmak üzere farklı güçleri ve birimleri tarafından geleneksel askeri strateji ve taktiklere göre yürütülür.
Konvansiyonel olmayan savaş, konvansiyonel silah sistemlerinin yanında, kitle imha silahlarının (KİS) kullanıldığı savaşlardır. Kitle imha silahları nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan oluşur. BM Genel Kurulu 1977’de (A/RES/32/84[B]) kitle imha silahlarını “[…] atom patlayıcı silahlar, radyoaktif malzeme silahlar, öldürücü kimyasal ve biyolojik silahlar ve atom bombası veya yukarıda bahsedilen diğer silahlarla yıkıcı etki açısından karşılaştırılabilir özelliklere sahip olabilecek gelecekte geliştirilebilir herhangi bir silah” olarak tanımlamıştır. Kitle imha silahlarının kullanılması uluslararası düzenlemelerle engellenmeye çalışılmaktadır.
Biyolojik Silahlar Sözleşmesi (1975) ve Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ni (1997) bu kapsamda imzalanmış olan çok taraflı anlaşmalardır. Nükleer silahlara dair çok taraflı antlaşmalar arasında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (1968), Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması (2020), Kısmi Test Yasağı Anlaşması (1963) ve 1996 yılında imzalanan ancak henüz yürürlüğe girmemiş olan Kapsamlı Nükleer Test Yasağı Anlaşması sayılabilir. Söz konusu düzenlemeler çok taraflı anlaşma olup, taraflarını bağlayıcıdır. Yine BM Güvenlik Konseyi (BMGK) 2004’te 1540 no’lu kararı ile tüm devletlere, diğerlerinin yanı sıra, devlet dışı aktörlerin nükleer, kimyasal veya biyolojik silahları geliştirmelerini, edinmelerini, üretmelerini, bulundurmalarını, taşımalarını, transfer etmelerini veya kullanmalarını ve bunların teslim edilmesini herhangi bir şekilde desteklemekten kaçınma konusunda bağlayıcı yükümlülükler getirmiştir.
Nükleer silahlar şu ana kadar sadece İkinci Dünya Savaşı’nda ABD tarafından Japonya’ya karşı (Hiroşima ve Nagazaki, Ağustos 1945) kullanılmıştır. Bu tarihten sonra bir daha kullanılmamış olmakla birlikte, nükleer silahlar varlıklarıyla askeri stratejiyi değiştiren ve şekillendiren bir unsura dönüşmüşlerdir. Nükleer silahların ortaya çıkmasıyla birlikte, insanlık tarihinde ilk defa, nükleer silahlara sahip devletler sıcak çatışmaya girmek zorunda kalmadan birbirlerini yok etme yeteneğine sahip olmuştur. Ardından ilerleyen yıllarda süper güçler, misilleme yoluyla diğerini tamamıyla yok edecek ikinci vuruş kapasitesine sahip olduklarında, “karşılıklı teyit edilmiş yok etme” (mutually assured destruction) noktasına ulaşmışlar, bu da düşmana karşı savaşarak zafer elde etme stratejisini geri plana atmıştır. Bu noktadan sonra askeri stratejiyi belirleyen esas unsur “caydırıcılık” (deterrence) olgusu olmuştur.
Biyolojik ve kimyasal silahlar ise yasaklanma çabalarına karşın halen savaşlarda kullanılabilmektedir. Kitle imha silahları etkileri zaman veya mekânla sınırlandırılamayan, savaş bittikten sonra da zararları devam eden, sivillere ve mallarına zarar veren, hatta bu silahları kullanan tarafı dahi etkileyebilecek silahlardır. BM Güvenlik Konseyi’nin yukarıda sözü edilen kararında da öne çıktığı gibi özellikle devlet dışı aktörler tarafından ele geçirilme ve kullanılma olasılıklarının kolay olması uluslararası güvenlik açısından kaygı verici önemli bir sorundur.
Düzenli savaş, düzenli ve büyük birliklerle ordular arasında yapılan geleneksel, konvansiyonel savaşlardır. Düzensiz savaşlar ise gayrinizami harp veya gerilla savaşı olarak adlandırılır. Gayrinizami harp genellikle zayıf tarafın güçlü tarafa karşı yürüttüğü bir savaş olarak görülmüştür. Vietnam savaşında ABD’ye karşı yürütülen gerilla savaşı, başarısı dolayısıyla akıllara gelen ilk örneklerdendir. Fakat gerilla savaşları başlı başına bir savaş olmaktan çok sıklıkla topyekûn savaşın parçası olarak görülmektedir. Gerilla savaşlarında taktik dağınık ve küçük gruplar halinde örgütlenme, karşı taraf için önemli kişileri kaçırma, haberleşme ve ulaştırma olanaklarına zarar verme şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Bu noktada günümüzde artık düzenli-düzensiz savaş ayrımının muğlaklaştığı, dahası gayrinizami harbin sadece güçsüz tarafça kullanılan bir yöntem olmadığı bu iki kategoriyi birleştiren hibrit savaş kavramıyla anlaşılabilir. Hibrit savaş birçok savaş türünün aynı anda kullanıldığı savaşları ifade eder, kavram ilk kez Frank Hoffman tarafından kullanılmıştır. Hoffman’a göre hibrit savaş, “konvansiyonel yetenekler, düzensiz taktikler ve oluşumlar, ayrım gözetmeyen şiddet ve zorlama dahil terörist eylemler ile düzensiz suç dahil olmak üzere bir dizi farklı savaş yöntemini içerir.” (Hoffman, 2007: 14). NATO’nun tanımına göre hibrit savaş hem düzensiz silahlı grupların konuşlandırılması hem de düzenli kuvvetlerin kullanılması, dezenformasyon, siber saldırılar, ekonomik baskı dahil olmak üzere askeri ve askeri olmayan, gizli ve açık yolları birleştirir (NATO, 2021).
Günümüzde artık savaşların gittikçe daha fazla hibrit savaş görünümünde gerçekleşeceği yaygın kabul edilen bir görüştür. Bu şekilde savaşlar arasındaki geleneksel ayrımlar da anlamını yitirmektedir. Bu noktada hibrit savaş kavramının içerdiği ve günümüzde daha fazla öne çıkmaya başlayan bir diğer savaş türü de siber savaştır. Siber savaş, devletler veya onların vekilleri tarafından diğer devletlere karşı dijital yazılımlar üzerinden yürütülen savaştır. Siber savaş, genellikle hükümet ve askeri ağlara karşı, bunların kullanımını bozmak, yok etmek veya reddetmek için yürütülür. Burada önemli nokta, aynı yöntemler söz konusu olsa da siber savaş ile siber casusluk ve siber suç arasında ayrıma gidiliyor olmasıdır. Hangi durumun siber savaş sayılacağı konusunda yaygın bir görüş birliği olmasa da, geleneksel savaş tanımına uygun olarak devletler arasında olması gerektiğine dair görüşler öne çıkmaktadır.
Bu noktada sözü edilmesi gereken bir diğer savaş türü de asimetrik savaştır. Asimetrik savaş da düzenli olmayan savaşlar kapsamındadır ve hem devletlerle orduları olmayan aktörler arasındaki çatışmaları hem de devletler arasında dolaylı olarak yürütülen çatışmaları tanımlamada kullanılmaktadır. Belirleyici özelliği, çatışmanın taraflarından birisinin diğerinden daha zayıf olmasıdır. Taraflardan birinin zayıflığı dışında, kullanılan strateji ve taktiklerin farklılığı da önemlidir. Çünkü daha çok devlet dışı aktörler olarak görülen zayıf tarafın savaş hukukuna uyma gibi yükümlülüklerle bağlı olmaması, özellikle sivillere zarar vermeyi de içerecek ve ahlaki kriterleri göz ardı edecek taktik ve stratejileri kullanabilmesine yol açmaktadır. Gerilla savaşları da asimetrik savaş kategorisine girmekle birlikte, ABD’ye yönelik gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları sonrasında kavram bu kapsayıcı anlamının dışında, özelde uluslararası terörizm kapsamında da ele alınmaya başlanmıştır.
İç savaş, aynı ülkede yaşayan ve belirli bir bölge ya da hükümet üzerinde kontrol sağlamayı amaçlayan örgütlü gruplar arasındaki savaşlardır. Bununla birlikte tarafllardan birisinin hükümet olduğu savaşlar da iç savaşlara dahil edilmektedir. Bu kapsamda ayrılıkçı hareketler iç savaş olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası hukukta iç savaş bir savaş türü olarak kabul edilmemekte, ancak savaş hukukuna dair Cenevre Sözleşmeleri’nde “uluslararası olmayan savaşlar” başlığı altında tanımlanarak, bir devlet sınırları içinde ordu güçleri ile tanımlanmayan silahlı gruplar arasındaki çatışmalar olarak ele alınmaktadır. Sözleşmeye göre, bir iç çatışmanın uluslararası olmayan savaş olarak kabul edilmesi için taraflardan en az birisinin belirli bir ulusal toprağa hâkim olması, çatışmanın belirli bir zaman içinde yoğun ve geniş bir seviyeye ulaşmış olması gibi koşullar gereklidir.
Buraya kadar doğrudan silahlı kuvvetler ile çatışmayı içeren (sıcak) savaş ardından soğuk savaştan da söz etmek gerekir. Soğuk Savaş, taraflar arasında silahlı çatışmaya varmayan, çok yoğun ideolojik ve siyasal mücadeleleri tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Soğuk Savaşların araçları genellikle, siyasal ve ekonomik faaliyetler, propaganda, casusluk ve vekâleten yürütülen savaşlardır. Bu noktada son olarak Soğuk Savaş’ın yöntemlerinden birisi olarak anılmasına rağmen günümüzde de çokça karşı karşıya olduğumuz vekalet savaşından söz etmek gerekir. Vekalet savaşı, iki tarafın birbirleri ile fiilen silahlı çatışmaya girmeden, üçüncü tarafları kullanmak yoluyla dolaylı mücadele etmeleri olarak tanımlanabilir. Taraflar, aralarındaki çatışmanın uzantısı olarak üçüncü bir ülke topraklarında genelde bu ülkedeki iç problemler üzerinden ve yine bu ülkenin insan gücü, kaynakları ve topraklarını kullanarak savaş yürütürler. Yakın dönemde Suriye ve Yemen’deki çatışmalar, bu çatışmalarda yerel odaklar dış güçlerin kendi aralarındaki çekişmelerin bir uzantısı haline geldiğinden yaygın olarak vekalet savaşlarına örnek olarak verilmektedir.