Stratejik çalışmalar alanının doğduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem, Batı bloğunun güvenliğini sağlamak üzere oluşturduğu kolektif güvenlik sistemi NATO’nun da ortaya çıktığı dönemdir. 4 Nisan 1949’da kurulan ittifak, mevcut uluslararası sistemdeki güvenlik ortamına uyum sağlamak ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere uygun stratejiler geliştirmek durumunda olmuştur. Bu şekilde ele alındığında NATO kendi açısından strateji üretme bağlamında alanın önemli bir unsuru haline gelmiştir. Diğer yandan, alanının ilk doğduğu dönemden bugüne, özelde ABD ve genelde Batılı stratejik çalışmaların kapsamında NATO için strateji önerileri geliştirmek ağırlıklı çalışma konularından birisi olmuştur.
Stratejik çalışmalar alanına bilimsel bir disiplin olarak yaklaşılmasını önererek bu yolu açan Bernard Brodie’nin ‘Strategy as a Science’ başlıklı makalesinin yayınlandığı 1949’dan itibaren NATO, ABD dış politikasının merkezine, bununla ilişkili olarak NATO için en uygun stratejiler de stratejik çalışmalar alanının merkezine yerleşmiştir. Nükleer stratejinin alandaki gelişimine bakıldığında bu durumu gözlemlemek mümkündür. Nihayetinde caydırıcılık teorisi NATO için nükleer caydırıcılık stratejisi olarak formüle edilmiş ve NATO’nun stratejisi olarak kabul edilerek hayata geçmiştir. Stratejik çalışmalar alanında mutlak caydırıcılık yaklaşımının hâkim olduğu dönemde NATO’nun stratejisi de kitlesel karşılık stratejisi olarak alandaki yaklaşıma uygun belirlenmiştir. 1962’de ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan Küba Füze Krizi, nükleer bir krizin tüm taraflar açısından karşılıklı mahvolma anlamına geleceğini gösterdiğinde caydırıcılık çalışmaları yeni ve esnek bir yaklaşıma yönelmiştir. Bir önceki dönemde neredeyse tamamen ihmal edilen konvansiyonel kuvvetlerin caydırıcılığına yeniden dikkat çekilmeye başlanmış, bu yaklaşım gecikmeyle de olsa NATO stratejisinde ‘esnek karşılık stratejisi’ olarak hayata geçmiştir.
Bu şekilde stratejik çalışmalar alanı ile NATO arasındaki ilişki karşılıklı olarak birbirlerini besler hale gelmiş, NATO stratejik çalışmaların hem konusu hem de uygulayıcısı olarak alanın merkezinde yer almıştır. Bu açıdan ele alındığında NATO’nun kurulduğu günden bu yana kabul ettiği resmi stratejisinin, stratejik çalışmalar alanındaki temel konu, kavram ve yaklaşımları büyük oranda yansıttığını söylemek olanaklıdır.
NATO stratejileri ‘stratejik konsept’ olarak adlandırılan strateji belgeleri ile kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Bu stratejik konseptler Kuzey Atlantik Konseyi tarafından kabul edilmektedir. Fakat hazırlanma aşamasında birçok tartışma, müzakere ve taslak aşamasından geçmektedirler. Soğuk Savaş döneminde esas olarak askeri yetkililer tarafından hazırlanır, siyasi süreçlerce onaylanırdı. Soğuk Savaş sonrasında isse taslak aşamasından itibaren neredeyse tamamen siyasi yetkililer tarafından yönetilmeye başlanmış, askeri unsurlar büyük ölçüde tavsiye veren konumda kalmıştır.
NATO’nun ilk resmi stratejik konsepti 6 Ocak 1950’de yayınlanmış, ittifakın öncelikli olarak caydırıcılık fonksiyonuna odaklanacağı vurgulanmıştır. İkinci stratejik konsept 1952’de kabul edilmiş ve esasında ilkini tekrarlamıştır. İttifakın 1957’de kabul edilen üçüncü stratejik konsepti ‘kitlesel karşılık stratejisi’ adıyla yayınlanmıştır. Nükleer silahlarla kitlesel karşılık, stratejik çalışmalar alanındaki tartışmalarla uyumlu olarak 1954 yılından itibaren İttifak içerisinde yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmış, hazırlanan raporlar nükleer silahlarla kitlesel karşılığı içermeye başlamıştır. Kitlesel karşılık stratejisine göre, Sovyetler Birliği Avrupa’ya konvansiyonel silahlarla saldırsa dahi NATO nükleer gücünü kullanarak kitlesel olarak karşılık vermeni demekti.
Küba Krizi’nin patlak vermesi stratejik çalışmalar alanında kitlesel karşılık stratejisinin sorgulanmasına yol açmış, bu etkiyle ABD de NATO için yeni bir strateji olarak “esnek karşılık” yaklaşımını önermeye başlamıştır. Esnek karşılık stratejisi, muhtemel bir saldırı karşısında nükleer silahlara kademeli olarak başvurulmasını içermektedir. Nükleer silahlar bir seçenek olarak yerini korumakla birlikte bu aşamaya kademeli olarak gelinecek, birçok durumda öncelikle konvansiyonel silahlar kullanılabilecekti. Bu strateji Soğuk Savaş’ın sonuna kadar NATO’nun ana stratejisi olarak kalmıştır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi hem stratejik çalışmalar alanında hem de uygulamada önemli bir dönüşüme yol açmıştır. Stratejik çalışmalar alanı gibi NATO da Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni güvenlik sorunlarına uyum sağlamak üzere harekete geçmiştir. Bu şekilde 1991’de kabul edilen NATO’nun Soğuk Savaş sonrası ilk stratejik konsepti, tek bir merkezden gelecek büyük bir saldırı yerine etnik çatışmalar ve toprak anlaşmazlıkları gibi ekonomik, sosyal ve politik istikrarsızlıklardan kaynaklanacak sorunlara odaklanmıştır. Stratejide nükleer silahlarla karşılık seçeneği yerini korumuş, fakat bu silahlara ‘son çare’ olarak başvurulacağı vurgulanmıştır. İttifakın Soğuk Savaş sonrası dönüşümünde önemli dönüm noktası ise 1999 yılında kabul edilen stratejik konsept olmuştur. 1999 stratejik konseptiyle İttifakın geleneksel temel görevleri olan caydırma ve savunmanın yanına ‘kriz yönetimi’ ve ‘diyalog yoluyla işbirliği’ de temel görevler olarak eklenmiştir. Yine ittifakın coğrafi odağının Kuzey Atlantik’le sınırlı olmadığı Avrupa-Atlantik vurgusu ile gösterilmiş, bu şekilde tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’yla birlikte Rusya ve Ukrayna’yı da kapsadığı belirlenmiştir.
2010 Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen stratejik konsept ise 11 Eylül sonrası dönemin güvenlik ihtiyaçlarını yansıtır şekilde kendisinden önceki stratejik konseptlerden önemli oranda farklılaşmıştır. Bu bağlamda en önemli farklılık İttifakın küresel bir rol üstlendiğini resmi olarak kabul etmiş olmasıdır. Nükleer ve konvansiyonel caydırıcılık NATO stratejisinin özü olarak yer almaya devam etmiştir. Yeni güvenlik ortamının getirdiği kitle imha silahlarının yayılması, terörizm, istikrarsızlıktan kaynaklanan sorunlar ile silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ittifakın güvenliğine yönelik doğrudan tehditler olarak tanımlanmış, ayrıca siber tehdide de vurgu yapılmıştır.
Temmuz 2021 Brüksel Zirvesi’nde NATO’nun yeni stratejik konseptinin 2022 yılında kabul edilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun yanında Kasım 2020’de ‘NATO 2030: Yeni Bir Çağ için Birliktelik’ başlıklı bir belge ile NATO’nun gelecekteki vizyonu için önemli bir çalışma hazırlanmıştır. Belgede Soğuk Savaş döneminde alışık olunan sistematik rekabetin ve küresel tehditlerin yükselişe geçtiği belirtilirken, bu kapsamda Rusya, Çin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgesel tehditlerin öne çıktığı ve terörizm, yeni teknolojiler, iklim değişikliği, küresel salgın gibi konuların önem kazandığı vurgulanmıştır. Bu yeni tehditler güvenliğin geleneksel askeri tehditler dışındaki boyutlarının da NATO stratejileri kapsamında ele alınması gereğini ortaya çıkartarak, NATO’da da güvenlik çalışmaları alanındaki dönüşümle uyumlu bir dönüşüm çabasının söz konusu olduğunu göstermektedir.
NATO stratejileri uluslararası sistemdeki mevcut güvenlik ortamından bağımsız hazırlanmadığı gibi stratejik çalışmalar alanıyla da hep etkileşim içinde olmuştur. Bununla birlikte, Soğuk Savaş sonrası dönemde genel olarak güvenlik yaklaşımında yaşanan dönüşümle askeri güvenlik odaklı bakış açısının yerini insani güvenlik kavramı almış, Stratejik Çalışmalar alanı da daha geniş güvenlik çalışmaları alanı altında sadeleşmiştir. Bu ortamda NATO ile stratejik çalışmalar alanı arasında Soğuk Savaş döneminde tespit edilebilen doğrudan ilişkiyi bugün aynı açıklıkla tespit etmek mümkün değildir. Yine de, NATO’nun 2030 vizyonu bu eksikliği gidermek üzere atılmış bir adım gibi gözükmektedir.