Soğuk Savaşın sona ermesi genel olarak güvenlik anlayışında 1980’li yılların sonuna doğru başlayan değişimi geri dönülemez bir noktaya taşımış ve önceki derslerde sözü edildiği şekilde bu durum stratejik çalışmalar alanını etkilemiştir. Güvenlik çalışmaları alanının artık stratejik çalışmaları askeri güvenlik konularıyla ilgilenen bir alt-alan olarak kapsaması, stratejik çalışmaların ulusal/uluslararası güvenlik söz konusu olduğunda oynadığı başat rolü ortadan kaldırmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem, doğduğu günden bu yana süper güçler arası mücadele ve nükleer savaşı odağına oturtmuş olan Stratejik Çalışmalar alanının özüne yönelik varoluşsal soru ve sorgulamaları gündeme getirmiştir. Bununla birlikte bu durum stratejik çalışmaların kendi içerisinde gelişim göstermediği ya da tamamen durağan hale geldiği anlamına da gelmemektedir.
Soğuk Savaş’ın sona erdiği ilk on yıldaki belirsizlik ortamı ve süper güçler arası mücadele sona erdiği halde dünyanın her yerinde patlak veren bölgesel çatışmalar, ardından 11 Eylül saldırılarının yarattığı etki çalışmaların geleneksel askeri gündemlerinin canlı tutulmasını sağlamıştır. Bu ortamda Stratejik Çalışmalar da odağını, iki kutupluluğun yerini hangi tür kutuplu yapının alacağı tartışmaları ile birlikte bölgesel ve devlet-altı çatışmalara yönlendirmiştir. Ayrıca, kitle imha silahlarının yayılması bağlamında silahların kontrolü konusu ve büyük güçler arası mücadele Soğuk Savaş sonrasının koşullarında da ana araştırma ekseni olmaya devam etmiştir. Bu çerçevede Stratejik Çalışmaların 21. yüzyıldaki ana konuları, uluslararası terörizme karşı strateji, silahların kontrolü, başarısız devletler ve küreselleşmenin savaş ve çatışma üzerine etkisi, yeni uluslararası koşullarda caydırıcılık olarak sayılabilir.
1990’lardan itibaren strateji alanında çalışanlar, strateji çalışmalarının daha geniş güvenlik çalışmaları içine bir alt-alan olarak sıkıştırılması ve bu şekilde önemsizleştirilmeye çalışılmasına karşı çıkmakta ve bu bağlamda geleneksel bakış açısının neden hala geçerli olduğu üzerinden alana yönelik eleştirileri yanıtlamaya çalışmaktadırlar. Bu çerçevede Richard Betts’in 1997’de yayınlanan “Should Strategic Studies Survive” başlıklı makalesinde ortaya koyduğu argümanlar incelemeye değerdir. Buna göre öncelikle büyük güçler arasında yeni bir çatışma ihtimaline her zaman hazırlıklı olmakta fayda vardır. Örneğin ABD’nin hiçbir nesli bir çatışma veya bir tür kriz içinde olmadan yetişmemiştir. Yine Betts, herhangi bir kuvvet kullanma kararının hesapsız ve sorumsuz verilmemesini sağlamanın tek yolunun siyasi, ekonomik ve askeri düşünceyi bütünleştiren, açıklayıcı değeri yüksek stratejik analizleri desteklemek olduğunu belirtmektedir. Betts son olarak, strateji çalışmalarının siviller ve silahlı kuvvetlerin üyeleri arasındaki ilişkilerde oynayabileceği rolün önemini vurgulamaktadır. Söz konusu ilişki sorunların karşılıklı olarak anlaşılmasını sağlayarak silahlı kuvvetlerin kontrolünde olumlu bir rol oynayabilecektir (Betts, 1997).
Yeni güvenlik gündemi içinde belirlenen çevre, salgın ya da nüfus artışı gibi yeni güvenlik tehditlerinin strateji çalışmaları içinde yer edinmesi, bu şekilde strateji çalışmalarının geleneksel sınırlarından çıkarak bir bakıma güvenlik çalışmaları alanıyla tamamen bütünleşmesine dair tartışmalar da alanın hem dışından hem de içinden sorgulanan bir başka boyuttur. Strateji çalışmaları bu tartışmalara askeri güvenlik odaklı geleneksel yaklaşımı içinden karşılık vermeyi tercih etmektedir. Zira, söz konusu yeni güvenlik tehditleri karşısında askeri önlemler alınması olanaklı olduğu sürece strateji meselenin bir parçasıdır. Askeri eylemler söz konusu sorunların bir parçası haline geldiğinde, örneğin çevreye zarar verdiğinde strateji ve stratejistler için bu zaten temel bir meseledir. Son olarak, geleneksel realist bakış açısıyla düşük politika (low politics) olarak tanımlanan konular, ya da bir başak ifadeyle yeni güvenlik tehditlerinin yarattığı sorunlar da gelecekte askeri güç kullanmayı gerektireceği ölçüde stratejik çalışmaların konusudur (Wirtz, 2002: 312-313).
Bu açıdan ele alındığında, stratejik çalışmalar alanının güvenlik çalışmaları alanından farklılaşarak askeri boyuta odaklı kalmayı benimsediğini, hatta bunu korumayı önemsediğini söylemek mümkündür. Bu esasında anlaşılır bir durumdur. Her ne kadar güvenlik kavramı son yıllarda ‘insani güvenlik’ üst başlığıyla hayatın her alanını kapsar hale gelmişse ve güvenlik sorunlarını çözmenin tek aracı geçmişte olduğu gibi askeri araçlar değilse de bu durum askeri boyutun önemsizleştiği ya da ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Nitekim, mevcut uluslararası sistem ve güvenlik ortamı, çözüm üretilmesi gereken yeni zorluklar ve sorunlar yaratmaya devam etmektedir. Dolayısıyla stratejik çalışmalar alanının, ayrı bir araştırma alanı olarak varlığını sürdürmesi, bu açıdan akademideki yerini koruması da gereklidir.