Strateji denildiğinde ilk akla gelen esas olarak dar anlamında askeri stratejinin çağrıştırdıkları olmaktadır. Birinci derste geniş anlamda ve dar anlamda strateji tanımlanmış ve aralarındaki farklar ortaya konmuştu. Bu derste etraflıca ele alacağımız askeri strateji, genel siyasi ve askeri hedeflere ulaşmak için askeri operasyonların planlanması, koordinasyonu ve yönetilmesi olarak tanımlanabilir. Bu noktada sıkça askeri stratejiyle karıştırılan taktikten de söz etmek gerekir. Taktik temel olarak belirlenen askeri stratejinin kısa vadeli kararlarla uygulanmasıdır. Bu kapsamda taktik, savaş alanında askeri birlikler ile silahların kullanılmasına ilişkin kısa vadeli kararlarla stratejinin uygulanması, diğer bir deyişle muharebenin sevk ve idaresidir. Clausewitz de taktiği, ‘savaşta birlikleri kullanma sanatı’ olarak tanımlarken, stratejiyi ‘savaşı kazanmak için muharebeleri kullanma sanatı’ şeklinde tanımlamıştır. Fakat taktik ile stratejiyi birbirinden ayırmak her zaman zor olmuştur. Zira, taktik ve strateji birbiriyle yakın ilişkilidir ve özellikle teknolojik gelişmelerin taktiklerin kapsamında yaptığı değişiklikler ayrımı daha da muğlaklaştırmıştır. Bu nedenle taktiğin bazı yazarlarca ‘operasyonel strateji’ olarak adlandırıldığına da rastlamaktayız.
Askeri stratejiler genel/ulusal stratejinin bir parçasıdır ve stratejik teoriler, ilkeler ve konseptler ile askeri doktrinlere dayanılarak oluşturulurlar. Birinci derste, stratejist kimdir sorusuna yanıt ararken ortaya çıkan strateji teorisinin dolaylı etkisini askeri stratejide bir yapı taşı olarak görmekteyiz. Stratejik ilkeler, askeri stratejistlerin tarihsel tecrübelerden yola çıkarak belirledikleri ilkeler oldukları için kişiye göre değişiklik gösterebilir. Yine de yaygın kabul gören ilkeler temel olarak amaç, saldırı, ağırlık, manevra, sürpriz, güvenlik, gücün ekonomisi, komuta birliği ve basitlik olarak sıralanabilir. Stratejik konseptler, strateji teorisiyle benzer çağrışım yapmakla birlikte farklıdırlar, çünkü stratejik konseptler teorilerden farklı olarak genel hedefe yönelik olmaktan ziyade spesifik bir soruna çözüm olarak oluşturulurlar. Buna en güzel örnek NATO’nun stratejik konseptleri verilebilir.
Askeri doktrinler hem barış zamanında hem de saldırı ve savunma koşulları altında stratejik, operasyonel, taktik ve lojistik prosedürleri standartlaştırır. Pratik deneyimin ürünleri olan doktriner ilkeler, belirli davranışların belirli ortamlarda en iyi sonuçları verdiğini gösterir. Politikalardan farklı olarak, askeri doktrinler doğası gereği yönlendirici olmaktan çok öğreticidir, yani uyulması zorunlu değildir (Collins, 2002: 60).
Askeri stratejiler amaçları ve kapsamlarına göre sınıflandırılabilir. Collins’in (2002) sınıflandırması takip edildiğinde, doğrudan ve dolaylı stratejiler, aktif ve reaktif stratejiler ile manevra ve yıpratma stratejileri olarak üç kategoriden söz etmek mümkündür.
Doğrudan stratejiler, adından da anlaşılabileceği üzere, askeri kuvvetin doğrudan kullanımıyla ilgiliyken, dolaylı stratejiler cepheden doğrudan saldırı yerine gizli operasyonlar gibi yan saldırıların eşlik ettiği stratejilerdir. İlk kez Liddell Hart tarafından formüle edilmiş olan ‘dolaylı strateji’ kavramı, temel olarak düşmanın fizik ve psikolojik dengesinin bozularak gücünün kırılmasına yöneliktir. Burada amaç sadece düşmanın hazırlıksız yakalanması değil, aynı zamanda hazırlık yapma olanaklarının da engellenmesidir. Hart’a göre dolaylı stratejinin, savaşı akıllı özelliklerle donatan, dolayısıyla kaba kuvvetin üzerine çıkaran bir işlevi vardır (Hart, 2002: XXI).
Aktif stratejiler fırsatları yaratan ve mevcut olanları kullanan stratejilerken, reaktif stratejiler karşı tarafa ya da düşmana tepki vermekle sınırlıdır. Bu çerçevede esasında saldırı ve savunma stratejileri olarak da adlandırılabilirler. Fakat uygulama sürecinde bu stratejiler arasında keskin bir ayrım olduğunu söylemek de doğru değildir. Bir çatışma sürecinin erken dönemlerinde reaktif strateji ile hareket edilirken, koşullar uygun olduğunda veya gerektiğinde aktif stratejiye dönülmesi söz konusu olabilir (Agrell, 1987: 77). Örneğin Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında 1941 yılı boyunca reaktif stratejiyle savaşırken, 1942 ve 1943 yıllarında aktif stratejiye dönmüş olması gibi sayısız örnekten söz edilebilir. Bununla birlikte daha zayıf devletlerin genellikle reaktif stratejilere dayandıklarını söylemek de mümkün olmakla birlikte, zayıf oldukları halde bazı devletlerin koşulların olanak tanıdığı durumlarda saldırgan stratejiyle hareket ettikleri de görülebilir. Bu kapsamda stratejik taarruz, önleyici savaş ve ileri savunma aktif strateji örnekleri olarak ifade edilirken, misilleme, derin savunma, bölgesel savunma ise reaktif strateji örnekleri olarak verilebilir.
Yıpratma stratejisi rakipleri yıpratarak ele geçirmeyi amaçlar. Bir ordu yıpratma stratejisi uyguluyorsa düşmanı kademeli olarak tüketmek üzere hareket eder. Hız ve hareket kabiliyetine dayalı manevra stratejisi ise düşmanın mevcut gücünü kendine avantaj sağlayacak şekilde kullanmasını engellemeye dayanır. Askeri bir strateji olarak manevra mı yoksa yıpratma stratejisinin mi tercih edileceği ya da hangi koşullarda bunlardan hangisinin tercih edileceği konusunda genel olarak neredeyse tüm askeri operasyonların her iki stratejiye de dayandığı, fakat amaç, politika, doktrin ve koşulların bu stratejilerin askeri strateji içinde tuttuğu yerin farklılaşmasına neden olduğu kabul edilir. Bununla birlikte 1999’da Reiter ve Meek tarafından gerçekleştirilen kantitatif bir çalışmanın sonuçlarına göre (Reiter & Meek, 1999), demokratik rejimlerin manevra stratejisine eğilimli oldukları ve bunun da temelde demokrasilerin kısa, görece kansız ve başarılı savaşlar vermeye çalışmaları ile ilişkili olduğu ortaya koyulmuştur.
Buraya kadar söz edilen askeri stratejiler nükleer silahların varlığını, dolayısıyla nükleer çatışma olasılığını dışarda bırakan stratejilerdir. Bu bakımdan özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren genel stratejiler dahilinde askeri stratejilerin de içermeye başladığı caydırıcılık stratejisinden ayrıca söz etmek gereklidir. Caydırıcılık her ne kadar genel stratejinin bir parçası ve bu bakımdan daha siyasal kabul edilse de genel stratejinin caydırıcılık üzerine odaklandığı bir durumda askeri stratejinin bundan bağımsız geliştirilmesi olanaksızdır.
Kavram olarak caydırma, insanlığın çatışma ya da diplomasi tarihi ile yaşıttır. Fakat yüzyıllar boyunca stratejik düşüncenin özünde yer almakla birlikte, analitik bir kavram olarak kullanılmaya başlanması yirminci yüzyılın ikinci yarısında, nükleer silahların ortaya çıkmasına paralel gelişmiştir. Caydırma temel olarak A’nın B’yi, beklenen kazancı ne olursa olsun olası maliyetin daha yüksek olacağına ikna ederek, belirli bir adımı atmamaya ikna ettiğinde ortaya çıkar. Bir başka deyişle caydırma, düşmanı/rakibi belirli bir davranış biçimini seçmesinin maliyetinin faydasından çok olacağına ikna etmektir. Bu şekilde askeri bir strateji olarak, ‘bir gücün misilleme tehdidiyle düşman gücün saldırısını engellemek için etkin şekilde kullandığı strateji’ olarak tanımlayabileceğimiz caydırıcılık, bu modülün yedinci dersinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Askeri stratejinin ne olduğu, ilkeleri ve unsurları ile birlikte tanımlandıktan sonra askeri strateji ile askeri başarı arasındaki ilişkiyi kurmak ve açıklamak da önemlidir. Bu kapsamda stratejik başarının ya da performansın ölçümünde kullanılan ‘stratejik etkinlik’ kavramı ile yola devam etmek gerekir. Askeri strateji, askeri gücün büyük stratejide ortaya koyulan siyasal hedeflere ulaşmayı sağlayacak şekilde kullanımı anlamına geliyorsa, stratejik etkinlik askeri stratejinin bu hedefe ulaştırmada ne kadar başarılı olduğunu gösterecek ölçüttür. Bu durumda öncelikle askeri stratejinin askeri gücü başarıya ulaştırmak üzere ne gibi katkılarda bulunması bekleneceği ortaya koyulmalıdır. Askeri strateji öncelikle düşmanın stratejisindeki zayıflıkları kullanabilmeli, aldatma, hız ve şiddetin kullanımını yönlendirebilmeli, uygun bir savaş modeli ortaya koyabilmeli ve operasyonel uygulamayı politikaya bağlayarak kaynaklarla eylemi koordine edebilmeli ve önceliklendirebilmeli, böylece düşman üzerinde belirli bir düzeyde kontrol uygulayabilmelidir (Meiser, Turner, Turner-Brady, 2021: 41). Bu ölçütlerden ilk üçü düşmanın savaşma gücünü kırmaya yönelikken, sonuncusu kendi savaşma gücünü etkin kullanmakla ilgilidir ve her bir ölçüt birbirine bağlıdır.
Askeri stratejinin başarısını değerlendirecek bir ölçüt olarak ‘stratejik etkinlik’, esasında askeri stratejinin genel strateji içindeki yerini göstermesi bakımından da önemlidir. Askeri strateji ile başarı arasında bu şekilde doğrudan kurulan bağ, esasında askeri strateji ile ulusal siyasal hedefleri de birbirine doğrudan bağlamış olur. Bu kapsamda ulusal hedeflere savaş tehdidi veya kullanımı yoluyla ulaşılmasının ancak tutarlı ve açık bir askeri stratejiyle olanaklı olduğu ortaya çıkar.