Uluslararası İlişkiler alanına yönelik Feminist yaklaşımlar 1980’lerin sonuna doğru gelişmiştir. Bu tarihe kadar Uluslararası İlişkiler disiplini büyük ölçüde iki kutuplu dünya düzeni ve iki kutup lideri arasındaki rekabete odaklanırken, uluslararası ilişkiler de cinsiyet açısından tarafsız algılanmaktaydı. Temel olarak kadınların toplumsal hayattaki ikincilliği ile kadın ve erkeklerin sosyal ve ekonomik konumları arasındaki asimetriyi açıklamak ve bunları sona erdirmek için çözümler üretmekle ilgilenen Feminist yaklaşımların Uluslararası İlişkiler alanındaki gelişimi disiplindeki egemen geleneksel güvenlik anlayışı üzerinde de etkili olmuştur.
Uluslararası İlişkiler alanındaki geleneksel güvenlik anlayışı temelde devletlerin askeri tehditlerden korunması ile ilişkiliydi. Fakat Soğuk Savaş sonrasında hızla değişen dünyada güvenliğin tanımı daha geniş bir tehdit, risk ve zorluk yelpazesini kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu evrim, toplumsal cinsiyetin güvenlik dinamiklerini şekillendirmede nasıl önemli bir rol oynadığının daha iyi anlaşılması uğraşısını da gündeme getirmiştir. Gelinen noktada güvenlik artık sadece bir devletin toprak bütünlüğünün korunması olarak anlaşılmamaktadır. Artık çeşitli yönleri kapsayan çok boyutlu bir kavrama dönüşmüştür. Bu çok boyutlu güvenlik kavramı insani güvenlikten çevresel güvenliğe, ekonomik güvenlikten sağlık güvenliğine kadar farklı boyutları içermektedir.
Bu kapsamda aile içi şiddet, cinsel taciz ve insan kaçakçılığı da dâhil olmak üzere toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, başta kadınlar ve marjinal gruplar olmak üzere bireylerin insani güvenliğini doğruda
n etkileyen yaygın bir güvenlik sorunudur. Çatışma ve çatışma sonrası durumlarla alakalı olarak, kadınlar ile erkekler arasında ortaya çıkan çatışmaların sonuçlarından farklı şekillerde etkilenme olgusu Uluslararası İlişkiler’de feminist yaklaşımların ilgi duyduğu çalışma alanlarından biridir. Bu çerçevede, kadınların genellikle barışın inşasında ve çatışma sonrası yeniden yapılanmada kritik rol oynadığı iddiasının, kadının çatışma esnasındaki rolünü görünmez kıldığı dile getirilmektedir. Bu kapsamda toplumsal cinsiyet perspektifleri güvenliğin anlaşılması ve güvenlik stratejilerinde daha kapsamlı bir inceleme yapılmasına olanak sağlamaktadır.
Benzer bir durum bütün geleneksel olmayan güvenlik yaklaşımları için geçerlidir. Sağlık güvenliği analizleri kadının yalnızca ‘bakıcı’ rollerine ve ekonomik kırılganlıklarına odaklanırken, ekonomik güvenlik analizleri evin içine hapsolmuş kadının emeğini görmezden geldiğinden eksik kalmaktadır. Siber güvenlikte ise toplumsal cinsiyet perspektifinin noksanlığı, dijital alandaki eşitsizlikleri, çevrimiçi tacizi, siber zorbalığı ve dijital cinsiyet uçurumunu göz ardı etmektedir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet perspektifi, güvenlik çalışmalarının bir taraftan sorunlu yönlerini tartışmaya açarken, diğer yandan eksik kalan yönlerini tamamlar niteliktedir.
Realist güvenlik anlayışı, anarşik uluslararası sistemi ve çıkarlarını önceleyen ulus-devletleri vurgulamakta ve savaşın her an mümkün olduğunu iddia etmektedir. Bu anlamda Realist güvenlik çalışmaları güvenliği, devletin ve değerlerinin bütünlüğünün ve sınırlarının siyasi ve askeri anlamda korunması olarak tanımlar (Tickner, 2001). Realizm, 1980’lerin sonunda Soğuk Savaş’ın büyük güçler arası bir sıcak savaşa yol açmadan sonuçlanabileceğini ön göremeyince, diğer etkilerinin yanı sıra, Uluslararası Güvenlik Çalışmalarında farklı görüşlerin önünün açılmasına olanak sağlamıştır.
Bu görüşler çerçevesinde gündeme gelen ekonomik güvenlik, çevresel güvenlik, insani güvenlik gibi yeni alanlarda devlet, güvenliğin kaynağı olmaktan ziyade insanlar için toplumsal, ekonomik ve çevresel anlamlarda bir tehdit olarak değerlendirilmeye başlanmıştır (Tickner, 2001). Bu anlamda insanlar arasındaki özel ilişkiler ile devletler arasındaki dış ilişkilerin birbirleriyle ilişkili oldukları ve devletlerin güvenliği, savunmasız bireylerin güvensizliği üzerine inşa edilmekte olduğu dile getirilmiştir. Bu durum özellikle kadınların üzerinde ciddi bir yük oluşturmaktadır (Tickner, 2005).
Diğer taraftan kadın kavramı, geleneksel güvenlik anlayışına ters düşmektedir. Geleneksel çalışmalarda erkeğin savaş, kadının barışla özdeşleştirilmesi bu çıkarıma sebep olmaktadır. Başka bir deyişle, erkek-egemen stratejik söylem, güvenlik anlayışını da sınırlamaktadır. Bu da analizin sınırlı ve eksik olmasına sebep olmaktadır. Bu, eleştirilmesi gereken bir durumdur (Tickner, 2001).
Güvenliğin yukarda belirtildiği şekilde genişleyen gündemi, günümüzün küresel sorunlarının çok yönlü doğasını yansıtmaktadır. Kritik bir mercek olarak toplumsal cinsiyet, bireylerin ve toplumların güvenlik tehditleri ve kırılganlıklarını deneyimleme biçimlerinin çeşitliliğine ışık tutarak güvenlik kavramını tamamlamaktadır. Toplumsal cinsiyetle ilgili konuların tanınması ve ele alınması, yalnızca daha eşitlikçi ve adil bir topluma ulaşmak konusunda değil, aynı zamanda 21. yüzyılın karmaşık güvenlik ortamına yanıt veren kapsamlı ve etkili güvenlik politikaları geliştirmek konusunda da disiplini tamamlayıcı nitelik taşımaktadır. Toplumsal cinsiyete duyarlı güvenlik politikaları barış, istikrar ve insan refahına katkıda bulunmakta ve nihayetinde güvenliğin tüm boyutlarıyla birbirine bağlı olduğu anlayışını pekiştirmektedir.