Göç ve sınır güvenliği son yıllarda giderek daha fazla dikkat çeken iç içe geçmiş iki konudur. Göç kalıpları çeşitli faktörlere bağlı olarak değiştikçe, sınır güvenliği önlemleri de sınırlardan geçen insan akışını yönetmek amaçlı değişmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı türlerde meydana gelen sınır aşan insan hareketliliklerinin artan hacmi ve doğurduğu sonuçlar, göç olgusunu günümüzün önemli güvenlik sorunlarından biri haline getirmiştir. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ‘göçü’, “başka bir ülkede kalıcı veya geçici olarak yerleşmek üzere menşe ülkesini veya mutat ikamet ülkesini terk eden kişilerin hareketi” olarak tanımlamaktadır. Öte yandan, sınır güvenliğinin yönetimi, insanların sınırları boyunca hareketlerini düzenlemek için ülkeler tarafından uygulamaya konulan önlemleri ve politikaları kapsamaktadır.
En temel anlamıyla, göç, “itici” faktörler (çatışma, ekonomik zorluklar veya zulüm gibi bireyleri kendi ülkelerini terk etmeye teşvik eden faktörler) ve “çekici” faktörlerin (daha iyi ekonomik fırsatlar, güvenlik veya aile birleşimi gibi ev sahibi ülkedeki cazibe merkezleri) bir kombinasyonundan oluşmaktadır. Günlük dilde sıklıkla birbiri yerine kullanılan sığınmacı, mülteci ve göçmen kavramları farklı göç nedenlerine işaret eder ve nedenleri ile sonuçları açısından farklılık gösterir.
Göçmen ifadesi, genellikle uluslararası göç, sığınmacı (asylum seeker) ve mülteci (refugee) hareketlerini de içerecek şekilde kullanılır. Mülteci statüsü ise daha çok zorunlu (forced) göç hareketlerine işaret eder. Zira mülteciler vatandaşı oldukları ülkeden baskı, savaş ya da zulüm nedeniyle kaçan ve dönmesi durumunda yaşam tehlikesi altında olan kişilerdir. Bu kişiler uluslararası alanda ‘sığınmacı’ statüsünde koruma ararlar ve hukuki statüleri ‘mülteci’ olarak tanımlanıncaya kadar sığınmacı statüsünde kabul edilerek, ülkelerine geri gönderilemezler.
Temelde göç ve göçmenlik ekonomik, sosyal veya siyasal olarak farklı nedenlerden gerçekleşebilmektedir. Ayrıca, çatışma veya zulümden kaçan mülteciler gibi zorunlu göçlerin sınır güvenliği üzerinde önemli etkileri vardır. Savaş, doğası gereği, temel insani ve yaşam haklarını ihlal eden bir süreç olduğu için gerek devletler arası gerek iç savaşlarda yaşam hakkı ya da temel gereksinimlere erişememe durumunun ortaya çıkması göçleri tetikleyen önemli bir unsurdur. Zaten göç de doğası gereği bir güvensizlik ortamı nedeniyle ortaya çıkar ve sıklıkla belli bir coğrafyadaki çatışma ortamından kurtulmayı amaçlayan insanların bölgeyi terk etme isteği ile meydana gelir. Özellikle iç savaş ortamlarında toplumun belirli kesimlerinin hedef alınması ve/veya ülkedeki güç dengesi nedeniyle kaynakların kontrolünün belirli aktörlerin eline geçmesi, bu ülkelerden önemli miktarda sınır aşan zorunlu göçü doğurur.
Artan kitlesel göçlerle birlikte göç alan ülkeler ekonomik sorunlar, barınma sorunları, insan hakları ihlalleri, göçmen kaçakçılığı, sınır güvenliği, nefret suçları ve yabancı düşmanlığı gibi sorunlarla yüz yüze gelmektedirler. Mültecileri kabul eden ülkelerin insani yükümlülükler ile güvenlik kaygıları arasında kurmaları gereken denge, göç konusunda karşımıza çıkan çok sayıda sorunun başlangıcıdır.
Günümüzde artan nüfus hareketlilikleri sıklıkla fiziksel bariyerlerin inşası, ek sınır personeli görevlendirme ve gelişmiş gözetim teknolojilerinden faydalanma gibi daha sıkı sınır kontrolü mekanizmalarını beraberinde getirmiştir. Günümüzde devletler, göçmen akınını yönetmeyi amaçlayan bu tür genellikle pahalı fakat izinsiz geçişleri caydırarak genel güvenliği de artırabilen gelişmiş sınır güvenliği altyapılarına yatırım yapmaktadırlar (Andreas, 2003).
Bunların yanı sıra, vize verilmesi, pasaport kontrollerinin sıkılaştırılması ile fiziksel giriş ve çıkış noktalarında hareketliliğin izlenmesi gibi devletlerin sınırlarını güvence altına almanın farklı yöntemleri zamanla gelişmiştir. Bu gelişmelerle güvenlik ile göç arasındaki ilişki dönüşmektedir (Salter, 2004). Sınır kontrolü artık yalnızca limanlarda, havalimanlarında ve diğer geleneksel geçiş noktalarında değil, aynı zamanda çıkış devletlerinde yapılabilmektedir. Benzer şekilde bireylerin kimliklerini dijital olarak tespit etmek ve yönetmek için tarama, parmak izi alımı ve otomatik giriş/çıkış sistemleri gibi biyometrik teknolojiler de uluslararası alanda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (Doty, 2007; Loffmann ve VaughanWilliams, 2009). Bu şekilde insan hareketliliğinin bir güvenlik meselesi olarak tanımlanması, günlük hayata giderek daha fazla yerleşen yeni sınır güvenliği uygulamalarını teşvik etmektedir.
Göç ile devletlerin sınırları arasında önemli bir bağlantı vardır. Bir devlet topraklarından diğerine geçiş yapan herhangi birini uluslararası göçmen olarak ortaya çıkaran, temelde sınır geçme eyleminin kendisidir. Bu çerçevede, sınır güvenliği ve insani kaygılar arasında doğru dengenin kurulması, insan hakları ve uluslararası yükümlülükler gözetilirken göçün etkin bir şekilde yönetilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Geleneksel olarak sınır, devletin coğrafi dış sınırında yer alan ince bir çizgidir. Fakat bugün bu çizgi giderek daha güç geçilir hale gelmektedir. Zira giderek daha fazla birbirine bağlanan dünyada, göç ve sınır güvenliği arasındaki etkileşim hükümetler ve toplumlar için temel bir endişe kaynağı olmaya devam etmektedir.