İklim değişikliği ulusları, insanları ve ekosistemi etkileyebilen çevresel sorunlardan birisidir. İklim değişikliği, çok boyutlu ve farklı etkileriyle uluslararası sistemdeki aktörleri farklı şekillerde etkilemekte ve tehdit etmektedir. Her şeyden önce, iklim değişikliği bir devletin ekonomisini zayıflatabilir veya devletin egemenliği ve meşruiyetine yönelik bir tehdit olarak değerlendirilebilir. Örneğin, iklim değişikliğinin sonuçlarından biri olan deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle bazı adalar yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca, Kiribati, Tuvalu ve Fiji gibi bazı küçük ada devletlerinde bir süredir yükselmekte olan deniz seviyesi bu ülkelerden diğer ülkelere göçe neden olmaktadır. Bir taraftan kimlik tartışmalarına neden olan bu durum, diğer taraftan göç alan ülkelerde ekonomi üzerinde de yük oluşturarak olumsuz etkilemektedir. Ayrıca ani ve yoğun göç dalgaları alan ülkede kültür, sağlık, gıda ve ekoloji üzerinde tehditler oluşturabilmekte ve böylece devletin zenginliği ve askeri kapasitesini zayıflatabilmektedir. Bu da devletlerce tehdit olarak algılanmaktadır. (Barnett, 2003).
İklim değişikliği bir toplumun temel gereksinimleri olan su ve gıda varlığını veya halk sağlığını da olumsuz etkileyebilmektedir. Bu yüzden, iklim değişikliğinin etkileri devletlerin asli görevlerini yerine getirememesine veya vatandaşlarını yeterince koruyamamasına yol açabilmektedir (Matthew, 2013). İklim değişikliği sadece küçük ada devletlerine ya da gelişmekte olan devletlere tehdit oluşturmamakta, gelişmiş ülkeler için de ulusal güvenlik meselesi olabilmektedir. Örneğin, artan aşırı hava olayları Almanya, ABD gibi devletlerin alt yapısına zarar vermekte, bu zarar da ekonomik yük olarak devletlere geri dönmektedir. Bu da iklim değişikliğinin tüm devletler için bir tehdit olduğu anlamına gelir.
İklim değişikliği insanlar ve onların refahı için de bir tehdit oluşturmaktadır. İklim değişikliğinin insanlar üzerindeki etkileri oldukça belirgindir. Örneğin 2019 yılında Mozambik ve Malavi’yi vuran Idai Siklonu yaklaşık 1,7 milyon insanı etkilemiş ve bölgede meydana gelen sel nedeniyle 746 kişi hayatını kaybetmiştir. Ayrıca fırtına en az 360.000 hektarlık ekim alanına ve yaklaşık 17.000 eve zarar vermiştir (Euronews, 2019; NASA, 2019). Bunlara ek olarak, Centre for Research on the Epidemiology of Disasters (CRED) 2018’de 281 doğa olayını analiz etmiştir. Buna göre yaklaşık 62 milyon insan sel, kıtlık ve kuraklık gibi aşırı hava olaylarından etkilenmiştir (WMO, 2019). Dolayısıyla, aşırı hava olayları da insan sağlığı, can kayıpları, ekonomik kayıplar ve göç üzerinde olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Diğer yandan, iklim değişikliğinin sel, kuraklık, fırtına gibi etkileri, tarım arazilerini ve şehirlerin alt yapısını tahrip edebilmektedir. Bu noktada insan refahını doğrudan etkileyen gıda güvenliği kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, iklim değişikliği gibi artan çevresel bozulmalar ve bunların şiddeti tüm dünyada insan yaşamını tehdit eden bir güvenlik meselesine dönüşebilmektedir.
Öte yandan, Fiji Başbakanı Frank Bainimarama, “İklim değişikliği, insanlığın bugüne kadar karşılaştığı küresel güvenliğe yönelik en büyük tehditlerden biridir” ifadesini kullanmıştır (COP23, 2018). Buradan hareketle, güvenliğin bir diğer referans nesnesi uluslararası toplumdur ve iklim değişikliği topluma ve onun norm ve kurallarına yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmektedir (McDonald, 2013). Küresel bir sorun olması nedeniyle iklim değişikliğine yönelik çalışmaların da uluslararası düzeyde ortak şekilde geliştirilmesi elzemdir ve iş birliği bu tehdidin azaltılması ve adaptasyonuna yönelik en kritik adımdır (Gleick, 1989). Başka bir deyişle, iklim değişikliği tüm uluslararası aktörlerin gönüllü iş birliğine ve yeterli katılımına ihtiyaç duyan önemli bir sorundur. Dolayısıyla buradaki temel nokta, devletlerin ortak güvenlik çıkarlarının bir sonucu olarak kolektif eylemler gerçekleştirme gerekliliğidir (Barnett, 2017).
Son olarak, iklim değişikliği ve güvenlik arasındaki ilişki ekosistemi de etkilemektedir. Bu, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkileriyle ilgilidir. Bu anlamda, korunması ve güvenlikleştirilmesi gereken şey ekosistemdir ve buna yönelik ana tehdit insan faaliyetleridir (Barnett, 2017). Bu anlayış topluluklar, bireyler ya da devletler yerine ekosistemi referans nesnesi olarak kabul etmektedir. Burada çevre, ekolojik güvenlikte güvence altına alınması gereken bir referans nesnedir (McDonald, 2013). Bu yaklaşıma göre tehditler, çevrenin insana yapabilecekleri değil, tersine insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkileri ile ilgilidir. Örneğin, dünya genelinde buzulların küçüldüğü gözlemlenmektedir. NASA’ya göre hem Kuzey Kutbu hem de Antarktika’daki buzullar 2002 yılından bu yana kütle kaybetmektedir ve buz kütlesi kaybı 2009’dan bu yana hızlanmıştır (NASA, 2017). 20. yüzyılın başından bu yana buzullarda daha önce görülmemiş geri çekilmeler meydana gelmiştir ve küresel ısınma nedeniyle buzulların erimesi yeni buzul oluşumundan daha hızlıdır. Temelde sıcaklık değerlerindeki artış ve kar yağışındaki değişimler buzullarda geri çekilmeye neden olmaktadır. Bu da beraberinde denizlerde suların yükselmesi ve ilişkili sorunları gündeme getirmektedir. Bu durum insan faaliyetlerinin ekosistem üzerindeki yıkıcı etkisine net bir örnektir (National Snow and Ice Data Center, 2019). Bu şekilde ekosistemi temel referans nesnesi olarak değerlendiren, ekolojik güvenlik, toplumların yaşam alanını oluşturan doğa açısından önemli bir söylemdir. Özetle, iklim değişikliği gibi çevre olaylarının neden olduğu tehditler ve bu tehditlerden korunması gereken referans nesneleri iklim değişikliği ve güvenlik arasındaki ilişkinin önemli belirleyicileridir.