Secopedia

Ders 01. Çevresel Güvenlik ve İklim Değişikliğine Giriş

Bu İçeriği Paylaşın

İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için hava, su ve toprak gibi temel unsurlara ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle nasıl ki güvenlik insan için bir gereklilikse, çevre de insan için temel bir ihtiyaçtır. Çevre ile insanlar ve cansız varlıklar arasında bir etkileşim süreci vardır. Dolayısıyla çevre, iklim, hayvanlar, bitkiler ve insanlar gibi canlı ve cansızlar birbirlerini etkilemektedir. Sanayi öncesi dönemde temel gıda ve aletlerdeki sınırlılıklar nedeniyle üretim ve tüketim minimum düzeydeyken ve nüfus da belirli bir çerçeve içerisinde seyrederken, Sanayi Devriminden sonra teknolojik ve bilimsel gelişmelerle beraber, kaynak ve tüketim maddeleri üretimi hızla artmış, buna bağlı olarak dünya nüfusu da zamanla artış eğilimine girmiştir (Barnett, 2010). Artan üretim ve nüfusun sonucu, çevrenin insan tarafından bilgi yoluyla işlenir ve belirli hedefler için kullanılır hale gelmesi olmuştur. Çevre, insanların amaçlarına ulaşmak için kullandıkları bir araca dönüştükçe, zarar gören ve varlığı tehdit edilen bir referans nesnesine dönüşmeye başlamıştır. Bu durumda çevre ile insanlar arasındaki etkileşimin düzgün şekilde sürdürülebilmesi için uyum ve dengenin varlığı önemli hale gelmiştir.

Ne var ki, Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan teknolojik ve bilimsel gelişmeler, insanı da içine alan çevreye zarar vermeye başlamıştır. Bu gelişmeler, insan yaşamını kolaylaştıran olumlu etkilerinin yanı sıra çevre sorunlarını da ortaya çıkarmış, zamanla aşırı tüketim çevrenin sürdürülebilirliğinin önüne geçmiştir. Böylece, kaynakların yüksek tüketimi ve artan enerji talebi, hava, su ve toprak kirliliği, kıtlık, çölleşme, ormansızlaşma, ozon tabakasının incelmesi ve insan faaliyetleri sonucu oluşan gaz emisyonlarının ortaya çıkardığı iklim değişikliği gibi çevre üzerinde önemli olumsuz etkiler belirmiştir.

Bu bağlamda, Barnett’e göre dört gelişmenin ortaya çıkması, 1960’lardan itibaren çevrenin güvenlik çalışmalarına dahil edilmesine yol açmıştır. Öncelikle değişen ve zarar gören çevre karşısında “çevre bilinci” artmaya başlamış ve yavaş yavaş belirmeye başlayan çevre hareketlerini etkilemiştir. Örneğin Rachel Carson 1962’de Dikloro Difenil Trikloroetan gibi böcek ilaçlarının hayvanlar ve gıdalar üzerindeki etkilerini açıklayan Sessiz Bahar‘ı yayınlamıştır. İkinci olarak Richard Falk tarafından yayınlanan This Endangered Planet ve Harold Sprout ve Margaret Sprout’un kaleme aldığı Towards a Politics of Planet Earth gibi çalışmalar, uluslararası sistemin refahını tehdit eden çevre sorunlarının anlaşılması gerektiğini ve bu sorunlara tepki verilmesinin önemini anlaşılır bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bu dönemde çevre konuları küresel düzeyde ilgi çeken uluslararası konferanslara da konu olmaya başlamıştır. 1-16 Haziran 1972’de Stockholm’de gerçekleştirilen “Birleşmiş Millletler İnsan Çevresi Konferansı” (The United Nations Conference on the Human Environment) bunun örneklerinden biridir.

Üçüncü olarak, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra evrilen uluslararası düzen, çevre sorunlarının ön plana çıkmasında etkili olmuştur. Soğuk Savaş süresince temel sorun askeri tehditler iken, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan düzende o zamana kadar geri planda kalan sorunlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Örneğin, ekonomik konular, göç, çevre sorunları gibi konular da artık üzerinde tartışılan ve tehdit olarak değerlendirilen konuları oluşturmuşlardır. 1990’lı yıllardan itibaren özellikle sera gazı emisyon salımındaki artış iklim değişikliğinin etkilerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu gelişmeler, uluslararası toplumun ilgisini çekmiş ve 1992 yılında Rio de Janeiro’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS-United Nations Framework Convention on Climate Change) imzalanmıştır. Son olarak, çevresel bozulma verimli toprak, tatlı su, gıda gibi insan yaşamının gerekliliğini oluşturan unsurlara ulaşmayı engellemiş, sosyal ve ekonomik refahı kısıtlamıştır (Barnett, 2017). Dolayısıyla çevre sorunlarının çevre, insan ve devlet üzerindeki etkileri bir güvenlik meselesi olarak belirginleşmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra, ozon tabakasındaki incelme, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi çevre sorunlarının ortaya çıkması da Güvenlik Çalışmaları alanında bu konuların tartışılmaya başlamasını sağlamıştır.

1980’li yıllarda uluslararası konferanslar ve akademik çalışmalarda gündeme gelen küresel çevre sorunları ve ulusal güvenliğe etkileri, konunun giderek devletler nezdinde de bir güvenlik sorunu olarak algılanmasını sağlamıştır (Trombetta, 2008). Örneğin Lester Brown, ulusal güvenliğe yönelik askeri tehditlerle birlikte düşünülmesi gereken yeni tehditlerin ortaya çıktığını belirterek, artan insan nüfusunun balıkçılık, orman ve gıda gibi biyolojik sistemler üzerinde nasıl olumsuz baskı yarattığını ve bunun da devlet güvenliğini nasıl tehdit etmekte olduğunu ortaya koymuştur (Brown, 1977). Richard Ullman da benzer şekilde askeri tehdit dışında insanların refahını etkileyen, devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının siyasi tercihlerini kısıtlayan tehditlerin de ulusal güvenlik kapsamına almış (Ullman, 1983). Buzan’ın 1983’te yayınladığı People, States, and Fear  başlıklı kitabı, güvenliği askeri tehditlerin yanı sıra ekonomik, siyasi, toplumsal ve çevresel gibi sektörel analiz olarak adlandırdığı farklı tehdit gruplarıyla etkin bir şekilde genişletmiştir.

Çevre ve güvenlik arasındaki ilişkinin tartışılması sadece akademik çalışmalarla sınırlı kalmamış, uluslararası örgütler de zamanla sürece dahil olmuştur. Bu kapsamda BM tarafından 1987’de yayınlanan ve kısaca Ortak Geleceğimiz olarak da bilinen Brundtland Raporu‘nun yayınlanması, çevre ve güvenlik arasındaki ilişkiye dikkat çeken ilk uluslararası belge olmuştur (Barnett, 2017; Barnett, 2003). Güvenlik örgütleri arasında ise NATO 1991’de güvenlik kavramının siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları olduğunu belirterek dikkat çekmiştir (NATO, 1991).

Böylece çevre ile güvenlik ilişkisi yavaş yavaş uluslararası toplum tarafından kabul görürken, “çevresel güvenlik” kavramından ne anlaşılması gerektiği de önem kazanmaya başlamıştır. Fakat henüz çevresel güvenliğin üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamaktadır. Barnett’e göre, çevresel güvenlik, insanların çevresel değişikliklere uyum sağlaması ya da bunlardan kaçınması ve böylece bireylerin refahı için gerekli olan temel unsurların olumsuz etkilenmemesi yeteneğidir (Barnett, 2007). Buzan ise çevreyi, yerel ve gezegensel biyosferin korunması ve sürdürülebilir kılınması ile ilgili bir sektör olarak tanımlamıştır (Buzan, 1983).

Genel olarak çevre sorunları, çevrenin sürdürülebilirliği, insan güvenliği, ulusal güvenlik ve uluslararası toplumun güvenliği için tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde iklim değişikliği de olumsuz etkileri nedeniyle güncel bir problem olarak diğer çevre sorunlarına eklenmiştir (Trombetta, 2008). BMİDÇS’ye göre, iklim değişikliği, karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde doğal iklim değişkenliğinin yanı sıra, doğrudan veya dolaylı olarak insan faaliyetleri kaynaklı, küresel atmosferin bileşimini değiştiren iklimdeki değişiklikler anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle, iklim değişikliğine neden olan faktörler hem doğa kaynaklı hem de insan faaliyetleridir. Doğal nedenlere örnek olarak güneşten yeryüzüne ulaşan enerji miktarındaki farklılıklar, insan faaliyetlerine örnek olarak ise atmosfere salınan sera gazları verilebilir. Nitekim, günümüzde dünya nüfusu, kentleşme ve enerji talebindeki hızlı artış, çevrede daha önce görülmemiş değişikliklere yol açmaktadır.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC)’nin raporları, sera gazı emisyonlarının dünyada artan bir grafik çizdiğini göstermektedir. IPCC Beşinci Değerlendirme Raporu’na göre, artan sera gazlarına en büyük katkıyı 1750’den bu yana insan faaliyetleri yapmış ve iklimde değişikliklere neden olmuştur (IPCC, 2014). Özellikle Sanayi Devrimi ile başlayan sanayileşme süreci ve artan enerji talebi fosil yakıtların kullanımının artmasına neden olmuş, bu da sera gazı emisyonlarının düzeninin değişmesine yol açmıştır. Başka bir deyişle, petrol, doğal gaz ve diğer fosil yakıtlar sera gazı emisyonlarındaki artışın temel nedenidir. Bu çerçevede, iklim değişikliğinin etkisi küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, buzulların erimesi, okyanus ısınması, okyanus asitlenmesi, aşırı hava olayları olarak görülmektedir. Bu etkileriyle iklim değişikliği uluslararası sistemdeki aktörler için bir tehdit oluşturabilmekte ve bir güvenlik meselesi haline gelmektedir.

Ek Okumalar

  • Atvur, Senem ve İnan Rüma, “Ekolojik Güvenlik: Hayati Tehdit”, Güvenlik Yazıları Serisi, No. 25, Ekim 2019.
  • Dalby, Simon, “Güvenlik ve Çevre Bağlantılarına Yeniden Bakmak”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18, 2008, ss. 179-195.
  • Dalby, Simon, “Climate Change and Environmental Security”, Paul D. Williams (ed.), Security Studies: An Introduction, New York, Routledge, 2013, ss. 311-324.

Tartışma Soruları

  • Çevre sorunlarının bir güvenlik meselesi olarak değerlendirilmesinde dönüm noktaları nelerdir?
  • İklim değişikliğinin ortaya çıkmasında en temel etmenler nelerdir?
  • Çevresel güvenliği diğer güvenlik sorunlarından ayıran temel özellikler nelerdir?
Bu İçeriği Paylaşın

Ders İçeriği

2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Secopedia’da yayımlanan çalışmalarda ifade edilen görüşler yalnızca katkı verenlere aittir ve portal editörleri, yayın kurulu, Global Academy veya UİK tarafından onaylandığı anlamına gelmez.
© Global Academy. All rights reserved. Opinions expressed in works published by Secopedia belong to the contributors and do not imply endorsement by the Global Academy, IRCT, Editorial Board, or the Editors.
2024 © Global Academy. Tüm hakları saklıdır. Designed and developed by brain.work